“Neden İmam-ı Ali Radıyallahü Anh, Risaletü’n-Nur’a ve bilhassa Ayetü’l-Kübra Risalesine ehemmiyet vermiş?” diye sırrını beklerdim. Lillâhilhamd, o sır ihtar edildi. İnkişaf eden o sırra şimdilik yalnız kısa bir işaret ediyorum. Şöyle ki:
Risaletü’n-Nur’un mümtaz bir hasiyeti, imanın en son ve en küllî istinad noktası kavî ve kat’î beyan edildiğinden, bu hasiyet Âyetü’l-Kübra risalesinde fevkalâde parlak görünüyor. Bu acib asırda mübareze-i küfür ve iman, en son nokta-i istinada sirayet ederek, ona dayandırıyor.
Meselâ: Nasıl ki gayet büyük bir meydan muharebesinde ve iki tarafın bütün kuvvetleri toplandığı bir sırada iki tabur çarpışıyorlar; düşman tarafı en büyük ordusunun cihazat-ı muharribesini kendi taburuna imdad ve kuvve-i mane- viyesini fevkalâde takviye için her vasıtayı istimal ederek, ehl-i iman taburunun kuvve-i maneviyesini bozmak ve efradının tesanüdünü kırmak için her vesileyi kullanır, ehemmiyetli bir istinadgâhı kendine temayül ettirerek ihtiyat kuvvetini dağıtır, Müslüman taburunun her bir neferine karşı cemiyet ve komitecilik ruhuyla mütesanid bir cemaat gönderir, bütün bütün kuvve-i maneviyesini mahvetmeye çalıştığı bir hengâmda Hızır gibi biri çıkar, der: “Me’yus olma! Senin öyle sarsılmaz bir nokta-i istinadın ve öyle mağlup olmaz muhteşem orduların, tükenmez ihtiyat kuvvetlerin var ki, dünya toplansa karşısına çıkamaz, kâinatı dağıtamayan onu dağıtamaz. Şimdilik mağlûbiyetin sebebi, bir cemaate ve bir şahs-ı manevîye karşı bir neferi göndermenizdir. Çalış ki; her bir neferin, istinad noktaları olan dairelerden manen istifade ettiği kuvvetli kuvve-i maneviye ile bir şahs-ı manevî ve bir cemiyet hükmüne geçsin.” dedi ve tam kanaat verdi.
Aynen öyle de, ehl-i imana hücum eden ehl-i dalâlet, bu asır cemaat zamanı olduğu cihetle, cemiyet ve komitecilik mâyesiyle bir şahs-ı manevî ve bir ruh-u habis olmuş; Müslüman âlemindeki vicdan-ı umumî ve kalb-i küllîyi bozuyor ve avâmın taklidî olan itikadlarını himaye eden İslâmî perde-i ulviyeyi yırtıyor ve hayat-ı imaniyeyi yaşatan an’ane ile gelen hissiyat-ı mütevariseyi yandırıyor. Her bir Müslüman tek başıyla bu dehşetli yangından kurtulmaya me’yusâne çabalarken, Risalei’n-Nur (Risaletü’n-Nur) Hızır gibi imdada yetişti.
Kâinatı ihata eden son ordusunu (HÂŞİYE) gösterip ve ondan mukavemetsuz maddî ve manevî imdad getirmek hizmetinde harika bir emirber neferi olarak Âyetü’l-Kübra Risalesini İmam-ı Ali Radıyallahü Anh keşfen görmüş, ehemmiyetle göstermiş. Temsildeki sâir noktaları tatbik ediniz, ta o sırrın bir hülâsası görünsün.
HÂŞİYE: Kâinatı dağıtmayan bir kuvvet, o orduyu bozamaz.
Sikke-i Tasdik-i Gaybî, s. 47
LÛGATÇE:
an’ane: Âdet, örf, gelenek.
cihazat-ı muharribe: Tahrip edici savaş aletleri, yıkıcı silâhlar, harp teçhizatı.
hissiyat-ı mütevârise: Miras kalan hisler, geçmişten gelerek yeni nesle intikal eden hürmet, hayâ gibi hisler.
istinad: Dayanak, güç alınan hususlar.
kavî: Kuvvetli, güçlü.
me’yusâne: Ümitsizce.
mübareze-i küfür ve iman: İman ve küfrün savaşı, mücadelesi.
ruh-u habis: Kötü ruh, çirkin ruh.
tesanüd: Dayanışma, birbirine dayanma ve destek olma.