Eğer Şeriat tecessüm ve temessül etse idi, istibdadı şeytan gibi tel’in edecekti.
Şeriatı bertaraf bırakmayınız; tâ istibdat pis eliyle vücudunu lekedar etmesin.
Eski Said Dönemi Eserleri, Makalat (“Mebusana Hitap”), s. 33
***
Meşrûtiyet ve kanun-u esasî işittiğiniz mesele ise, hakikî adalet ve meşveret-i şer’iyeden ibarettir; hüsn-ü telâkki ediniz. Muhafazasına çalışınız. Zira dünyevî saadetimiz meşrûtiyettedir. Ve istib- dattan herkesten ziyade biz zarardideyiz.
[...]
Ayasofya’da, Bayezid’de, Fatih’te, Süleymaniye’de umum u- lema ve talebeye hitaben müteaddid nutuklar ile Şeriatın ve müsemma-i meşrûtiyetin münasebet-i hakikiyesini izah ve teşrih ettim. Ve mütehakkimâne istibdadın Şeriatla bir münasebeti olmadığını beyan ettim. Şöyle ki:
“Milletin efendisi, onlara hizmet edendir.” hadisinin sırrıyla, Şeriat âleme gelmiş; tâ istibdadı ve zalimâne tahakkümü mahvetsin.
Herhangi bir nutuk îrâd ettimse, her bir kelimesine kimsenin bir itirazı varsa, bürhan ile ispata hazırım. Ve dedim ki: Asıl Şeriatın meslek-i hakikîsi, hakikat-i meşrûtiyet-i meşrûadır.
Demek, meşrûtiyeti delâil-i şer’iye ile kabul ettim. Başka medeniyetçiler gibi taklidî ve hilâf-ı Şeriat telâkki etmedim. Ve Şeriatı rüşvet vermedim. Ve ulema ve Şeriatı Avrupa’nın zünun-u fâsidesinden iktidarıma göre kurtarmaya çalıştığımdan cinayet ettim ki, bu tarz muamelenizi gördüm.
[...]
İstibdat, zulüm ve tahakkümdür; meşrûtiyet, adalet ve Şeriattır. Padişah, Peygamberimizin (asm) emrine itaat etse ve yoluna gitse halifedir; biz de ona itaat edeceğiz. Yoksa, Peygambere tâbi olmayıp zulüm edenler, padişah da olsalar haydutturlar.
[...]
Avrupa, bizdeki cehalet ve taassup müsaadesiyle, Şeriatı –hâşâ ve kellâ– istibdada müsait zannettiklerinden, nihayet derecede kalben üzülmüştüm. Onların zannını tekzip etmek için, meşrûtiyeti herkesten ziyade Şeriat namına alkışladım. Lâkin yine korktum ki, başka bir istibdat tekrar o zannı tasdik eder diye, ne kadar kuvvetim varsa Ayasofya Camii’nde mebusana hitaben feryat ettim. Ve söyledim ki:
Meşrûtiyeti meşrûiyet ünvanı ile telâkki ve telkin ediniz. Tâ yeni ve gizli ve dinsiz bir istibdad, pis eliyle o mübareği ağrazına siper etmekle lekedar etmesin. Hürriyeti âdâb-ı Şeriatla takyid ediniz. Zira cahil efrad ve avam-ı nâs kayıtsız hür olsa, şartsız tam serbest olsa, sefih ve itaatsiz olur. Adalet namazında kıbleniz dört mezhep olsun. Tâ ki, namaz sahih ola. Zira, hakaik-ı meşrûtiyetin sarahaten ve zımnen ve iznen dört mezhepten istihracı mümkün olduğunu dava ettim.
Bediüzzaman Said Nursî Tarihçe-i Hayatı, s. 73-75
LÛGATÇE:
avam-ı nâs: Halk alt tabakası.
bertaraf: Bir yana itip saf dışı bırakmak.
hakikat-i meşrûtiyet-i meşrûa: Şeriata uygun meşrûtiyet hakikati.
istibdat: Baskı, despotluk, keyfî idare sistemi.
kanun-u esasî: Temel kanun, anayasa.
meşrûiyet: Şeriata uygunluk.
Meşrûtiyet: Bir hükümdarın başkanlığı altındaki millet meclisi ile idare edilen devlet sistemi.
müsemma-i meşrûtiyet: Meşrûtiyetin isim olduğu hakikat, mana.
sarahaten: Açıkça.
takyid: Kayıt altına alma.
tecessüm: Cisimleşme.
tel’in etmek: Lânetlemek.
temessül: Bir şekil ve surete girme, cisimlenme.
teşrih: İnceden inceye tetkik edip açıklama, açma.
zımnen: Gizli bir mânâ ile, gizli ifâde ile.
zünun-u fâside: bozuk zanlar, şüpheler.