"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Araştırmacı yazar Mehmed Niyazi Özdemir: “M. Kemal olmasaydı Çanakkale olmazdı” demek yanlış

03 Mart 2014, Pazartesi
Araştırmacı yazar Mehmed Niyazi Özdemir: “M. Kemal olmasaydı, Çanakkale olmazdı” deniyor. Bunlar yanlış İfadelerdir. M. Kemal tek başına bizim tarihçilerimiz tarafından baş tacı edilmek isteniyor, bu doğru bir davranış değildir.
Mehmed Niyazi Özdemir yeni asya’ya konuştu:
 
“M. Kemal olmasaydı Çanakkale olmazdı” demek yanlış
Mehmed Niyazi ile Çanakkale Mahşeri romanı, romanlarımızda tarihî gerçekçilik ve millet
tasavvurumuz konusu üzerine konuştuk.
 
*Ordumuz, milletimiz Çanakkale’de bir mahşer yaşadı. Bu milletin evlâtları, yetişen fidanları bir bir toprağa karıştı. Bu mahşer olmasaydı bizi ne bekliyordu?
Çanakkale olmasaydı, Rusya komünizme yuvarlanmazdı. İngiltere ve Fransa da Osmanlı’ya karşı daha çok askerî durumu yüksek olan Rusya’yı kendine çekip ittifak yapacaktı. Tabiî, Rusya’da komünist ihtilâli başlayınca, “Rusya elimizden gidiyor” diye İngiliz ve Fransızlar, Rusya için bizden geçerek Rusya’daki ihtilâli önlemek istiyorlardı. Enver Paşa, o zamanın İstanbul’unun en büyük meydanı olan Beyazıt’ta, arada bir halka nutuk atıyordu. Bu nutuklarında diyordu ki, “Biz Çanakkale’de ölüyoruz, ama Rusya’yı da kızıl cehenneme gömeceğiz, buradan nur topu gibi bir Türk dünyası doğacak.”
Artık bilmiyorum, oradan nur topu gibi bir Türk dünyası doğdu mu, doğmadı mı? Ve bu mahşer ile Fransa ve İngiltere, Çanakkale ile İstanbul’u istilâ ettikten sonra Rusya’da çarın ayakta durmasını sağlayacak idi. Onun için Çanakkale’de Anadolu’nun tam mânâsıyla işgal edilmesinin önüne geçilmiştir. Bu çok mühim bir hadisedir. Öte yandan, Rusya’daki Müslümanlar ve Türklerin de ümidi biziz. Bakmayın, onlar belki dillendirmiyorlardı, ama herkesin içinde bir ümit vardır. Bu ümitle, milletler asimile olmaktan, dinini terk etmekten kendilerini alıkoydular.
 
*Romanınızı okurken romanla bütünleşiyoruz. Pek çok duyguyu kendimizde bulabiliyoruz. Bunları romanınızın hangi özelliklerine borçluyuz?
Şimdi, bu romanda benim ortaya attığım bir kahraman yoktur. Bütün kahramanlar gerçek karakterlerdir, o yüzden roman ilgi çekici hale geliyor. Sadece iki karakter benim kurgumdur, o da romanı tamamlaması açısından romanda yer aldı.
 
*Romanda kurgu nereye kadar olmalı? Bazen öven, bazen de söven bir kurgu yapılabiliyor. Tarihini yalanlayan, iftira atan hayal ürünü bir kurgu yapıp “Bu benim eserim, benim kurgum” deyip işin içinden çıkılıyor. Tarihî bir romanda ne kadar kurgu yapılabilir?
Şunu söylemek istiyorum. Tarihî bir roman yazıyorsun, roman zaten tarihin kurgusu içindedir. Ben tarihî romanda kurgu meselesine de katılmıyorum, ama başka roman yazabilirsin aşk romanı, sosyolojik romanlar yazabilirsin, ama tarihî roman, o tarihte olup bitenleri, gerçekleri milletin önüne koymalı. Böyle daha realist göründüğü kanaatindeyim. Bunun için tarihî romandan ziyade, diğer roman türlerinde kurgu ile yapılabilir. Öte yandan, tarihî romanda kurgu bizim toplum için pek de makbul değil. Çünkü bizim milletimiz tarihî roman yazıldığı zaman, yazılanları doğru olarak kabul ediyor ve doğrusunu, yanlışını veya kurgu olup olmadığını sorgulamıyor. 
 
*Tarihî romanların sosyal hayatımıza etkisi açısından nelere dikkat edilmeli?
Bir tarihî romanı realite olarak ortaya koyabilirsin, bu realiteyi verirken, kısa kısa dipnotlarıyla beraber de koyabilirsin. Sosyal hayatı etkilemesi açısından gerçeklerin romanda aktarılması çok önemlidir. Tarihî roman doğru dürüst ortaya konursa, gelecek nesiller de bundan daha çok istifade eder. “Şu işi yapmasaydık, biz böyle olmazdık, yaptık ki böyle oluyor” tarzında ibretlik olarak istifade edilebilir.
*Tarihî olayları romana yansıtırken, o romanda olmazsa olmazlar neler olmalıdır?
Şimdi bizim romanlarımıza bakınca, düşman kahrolsun olmuş, hâlbuki oradaki İngiliz’in, Fransız’ın da kahramanları vardır, bizim o kahramanlıkları görmememiz yanlış olur. Tarihî romanda realiteyi aynen alıp koymak lâzım.
 
*’Çanakkale Mahşeri’ni yazarken pek çok kitabı taradınız, araştırmalar yaptınız, tarihimiz ile ilgili çarpıtılan, tutarsızlıklarla karşılaştınız mı?
Şimdi M. Kemal diye birisi var. “M. Kemal olmasaydı, Çanakkale olmazdı” deniyor. Bunlar yanlış ifadelerdir.  Tabiî ki burada Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu olduğu için onu burada fazla irdelemek istemiyorum, ama M. Kemal tek başına bizim tarihçilerimiz tarafından baş tacı edilmek isteniyor, bu doğru bir davranış değildir.
 
*M. Kemal, Çanakkale Savaşı denince, tek isim olarak akla gelir olmuş. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
M. Kemal o zaman sadece bir yarbay. Cephede orgeneraller, mareşaller var. Almanlardan Liman Von Sanders  var, bizim Esat Paşa, Vehib Paşa gibi çok önemli adamlarımız var.
 
*Böyle büyük bir zaferin tek bir kişinin üstüne yüklenmesi, bir savaşta zaferler askere, hezimetlerin de komutana verilmesi gerekirken, Çanakkale gibi büyük zaferin tek kişiye yüklenmek istenmesi konusunda ne söylemek istersiniz?
Balkan harbinde Alman müşahitler var. Alman subayları diyorlar ki, “Balkan Harbinde Türk askeri a’dan z’ye doğru yapmıştır. Burada yanlış yapan İttihatçılar ve diğer subaylardır.” “Komuta kademesinin birbirlerine müdahalesi, içkiciliği, disiplinsiz davranışları ve karşılıklı particiliği ordunun Balkan Harbinde hezimete uğramasının sebebi olmuştur” şeklinde Alman müşahitlerin kayıtları bulunuyor. Buradan da bir zaferde en büyük payın askere ait olduğunu, yaşanan hezimetin de komuta kademesinin hataları yüzünden meydana geldiğini anlayabiliriz.
 
*Bu topraklarda yaşamanın zorlukları nelerdir?
Şimdi II. Abdülhamit Han şunu söylüyor: “Ceddim, sırtlanların geçit yerinde imparatorluğu kurdu. Biz Japonya’da olsaydık, 10 sene zarfında bayağı kalkınabilirdik. Bizi rahat bırakmıyorlar.” 
Şimdi bir de dışarıdan gelen özgürlükler var; şunlar, bunlar devamlı bizim iç işlerimizi karıştırmak için... Meselâ merhum Menderes’i görüyorsunuz. Dünyanın en şerefsiz mahkemesi Yassıada’da kuruldu. Demokrat Parti ile alâkalı tek bir şey çıkmadı. O zaman da özgürlük vardı, şu vardı, bu vardı. Biz millet olarak yalnız bir milletiz, bakma Arapların başındaki insanlar belki Müslümanlar, ama Arapçılığı öne çıkarıyorlar. Hâlbuki Türk milleti biraz daha kıvama gelebilse, İslâm dünyasının bir gücü olabilse, çok şeyler olabilir, ama maalesef bunu bize yaptırmıyorlar.
 
*Çanakkale Mahşeri kitabınızı okurken, en şiddetli ve kanlı çarpışmaların yapıldığı yerlerden bir yer olarak Kabatepe’yi anlatıyorsunuz. O bölgede tatil maksatlı yapılmış bir çadır kampı var. İçinde daha evvelinde alkollü olan bir gazinosu da bulunmaktaydı. Böyle bir bölgede, bu tür bir tesisin bulunması hakkında ne düşünüyorsunuz?
Yaz tatilinde harçlığını çıkarmak için orada çalışan bir öğrencim vardı. “Nasıl gidiyor, ne yapıyorsun?” diye sorduğumda kulağıma eğilip “Hocam” dedi “Bizim babalarımız boşuna ölmüş, boşuna...” Tabiî ki oraların tarihî ruhuna uygun değerlendirilmesi lâzım.
 
*Uzun yıllar yurtdışında bulundunuz, bizim millet olarak zulmü kaldırmak ve adaleti sağlamak adına cihan hâkimiyeti düşüncemiz var. Bir programda, Almanların da cihan hâkimiyeti tarzında bir idealinden bahsediyorsunuz, nedir bizi farklı kılan?
Bizim ceddimizin cihan devleti olmak gibi bir arzusu olmamış, ama bir zorunluluğu olmuştur. Çünkü, dünyada büyük iki devlet vardır birbirini dengeleyen, diğer ufak devletler büyük devletlerin gölgesi altındadır. Biz de kendi hürriyetimizi ancak iki devletten biri olmak veya sahibi olarak kendi hürriyetimizi elde edebiliriz. Yoksa dışarıdaki büyük devletler, bize kesinlikle hayat hakkı vermezler. Onun için, bizim dediğimiz o cihan hâkimiyeti olması için, milletimizin bir ideali olması lâzım.
Diğer milletlerin de idealleri vardır. Almanların da, İngilizlerin de idealleri vardır. Almanların 7B dediğimiz Berlin, Budapeşte, Bükreş, Bosphorus, Bağdat, Basra ve Bombay’ı kapsayan, kendilerine göre bir hâkimiyet idealleri vardır. Ama şunu söyleyeyim ki, bir cihan devleti olsak; ABD’nin, Rusya’nın bugünkü insanlığa yaptığını yapmayız. Meselâ, Kanunî zamanında, 1526’da sefere çıkılıyor, İbrahim Paşa Bulgaristan’dan geçerken “Sultanım” diyor, “Bir ferman buyurun da buradaki Bulgarları Anadolu’ya dağıtalım kaybolup gitsinler.” Kanunî, “Tamam da bunu neye dayanarak yapacaksın? Bunun sebebi ne?” diye tepki gösteriyor.
Yine bakıyorsun, Endonezya’ya yardım ettik, o zamanlar az bir Müslüman var. Daha sonra bakıyorsun, İrlanda’ya yardım ettik, İrlanda Müslüman da değil, senin ırkından değil. Peki, İrlanda’ya niye yardım ediyorsun, çünkü orada bir insan vardır, insan. Bunu da sana dinin emrediyor, Rabbülâlemin bizden bunu istiyor. Bu da Müslüman olmanın bir mesuliyetidir. Bir de “İrlanda’ya yardım edeceğim” diye, başına İngiltere gibi bir belâyı alıyorsun. Bunlar Müslümanlığın vermiş olduğu mesuliyetlerdir. İyi bir Müslüman devlet olmanın gerekleri bunlar. Meselâ Hindistan, Pakistan, Bangladeş olsaydı, o da iyi bir Müslüman devlet olabilirdi belki, ama yok öyle bir devlet olamadı.
 
*Prof. Dr. Teoman Duralı, İngiltere’nin “Pakistan ve Bangladeş’e özgürlük vereceğiz” diyerek dünyanın en büyük Müslüman ülkesinin bölündüğünü söylüyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
O zaman yapılan buydu, Müslümanlığın Hindistan’dan çıkarılması hadisesi bu. Hindistan ki, bize, son ana kadar İngiliz sömürgesi altındayken bile yardımlarını sürdürmüştür. Bizden ümidini kestiği ana kadar.
nTürk Devlet Felsefesi kitabınızda, “Aydınların başarılı olmaları için devletlerini tanımaları, onun unsurlarını anlamaları gerek” diyorsunuz. Aydın sınıfımızı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bizim aydın sınıfımız Avrupa tarzıdır ve Türk milletinin aydın sınıfı yoktur.
 
*Aydın kime denir?
Bana göre aydın; mesuliyetini idrak eden adamdır. İlla okur yazar olması, doktora yapması gerekli değil. Aydın ailesine, cemiyetine, milletine, faydalı olan insandır.
 
*Sağlıklı bir aydın sınıfı çıkaramaz mıyız?
Bizim halkımız muhafazakâr, meselâ CHP, Türkiye’de büyük inkılâplar yaptı, ama milletimiz 1950’de Menderes’i iş başına getirdi. O zaman bakın gazetelerde Menderes’in hiç adı sanı yoktu, ama millet böyle istedi. Bunun için milletin muhafazakâr, ama aydınımız Türk milletine menfî düşünen bir zümre ve her şeyini o yapıyor. 1950-51’den itibaren imam-hatip okulları açıldı. İyi kötü, bu millet tarihini, dinini öğrenmeye başladı. Eğer 1960’larda darbe olmasaydı Menderes, 20 sene sonra iyi bir devlet erkânı oluşturabilirdi. Ama buna müsaade edilmedi.
 
*Bizdeki millet tasavvuru nasıl?
Şimdi Türk milleti, millet tasavvuru olan bir millet değil. Meselâ, Tonyukuk büyük bir ihtimalle Çinli, Tonyukuk’u bile bizim milletimiz almıştır, kendine katmıştır. Osmanlı’ya bakın Fatih’ten sonra 4 tane Türk sadrazam olması lâzım, ötekileri diğer milletlerden. Bizim milletimiz, bizim medeniyetimiz gönül vermişse, onu benimsemişse, ne yapacak bir insanın millî kimliğini, neye yarayacak? Bu iman meselesidir, ama o imanla beraber, bizim düşüncelerimizi savunduğunda bizdendir. Zannediyorum, bizim kendi ideallerimizi benimseyen insanlar, yedi kat yabancı da olsa bizim kardeşimiz olması lâzım, ama seninle beraber aynı kandan olabilir, senle hiçbir farkı olmaz ve alır Avrupa’nın her şeyini buraya getirir, senden farklı olur.
nHocam son olarak şu an yaptığınız bir çalışma var mı? Hangi konu üzerinde çalışıyorsunuz?
Kanije Müdafaası üzerine çalışıyordum, onu tamamlamak üzereyim, hemen hemen bitti diyebiliriz. Aynı zamanda Kut’ül Ammare üzerinde çalışıyorum.
 
 
Mehmed Niyazi Özdemir kimdir?
 
1942 yılında Sakarya’nın Akyazı ilçesinde doğan Mehmed Niyazi Özdemir, İstanbul’da Haydarpaşa lisesini tamamladıktan sonra, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesine başladı. Üniversite yıllarını 27 Mayıs darbesinin izleri altında geçiren Mehmet Niyazi, hukukla beraber üniversitede felsefe eğitimi de aldı. 1967 yılında Rasim Cinisli ve arkadaşlarının öncülüğünde Millî Türk Talebe Birliği’nin yönetiminde yer aldı. 
Mehmet Niyazi Özdemir’i pek çoğumuz tarihî roman yazarı olarak tanıyoruz. Özdemir, aynı zamanda Türk Devlet Felsefesi ve İslâm Felsefesi üzerine de eserler yazmıştır. Türk edebiyatına Çanakkale Mahşeri, Plevne, Yemen gibi tarihî romanların yanı sıra, Türk ve İslâm Devlet Felsefesi çalışmaları ile akademik yayınlar ortaya koyan yazar, araştırmalarına İSAM (İslâm araştırmaları Merkezi) Kütüphanesi’nde, devam etmektedir.
 
 
MURAT BAĞLI
Okunma Sayısı: 14535
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • veysi yaşar

    3.3.2014 11:55:00

    allah sizleri başımızdan eksik etmesin.allah sizden razı olsun. sagılarımla.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı