"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma: Vereceğiniz hediye beni heyecanlandırdı

10 Ocak 2012, Salı
SAHABE-İ KİRAM İNANMIŞTI. ONLARIN BİR DÂVÂSI VARDI. BUNUN İÇİN HER SABAH PEYGAMBER EFENDİMİZE GELİR VE “YENİ BİR ÂYET-İ KERİME GELDİ Mİ? ONA GÖRE HAYATIMIZI TANZİM EDELİM, DÜZELTELİM” DİYEREK HAREKET EDERLERDİ.
Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma: Sahabeler  Peygamber medresesinde yetişmiş insanlardır

Bu günkü röportajı keyifle okuyacağınıza çok eminim. Nedenine gelince, ben ve foto muhabiri arkadaşım Murat Sayan bu sohbetten çok mutlu bir şekilde ayrıldık. Bu randevuya yetişebilmek için malûm İstanbul trafiğinde endişeli bir şekilde yola çıkmıştık. Fakat şükür ki vaktinden önce orada olduk. Kapıda bizi mütebessim yüzüyle Sayın Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma hocamız karşıladı. Kapıdan içeri girer girmez tebessüm ile beraber bizi karşılayan bir dünya kitap vardı. Davet edildiğimiz yöne doğru ilerlerken etrafımı inceledim. Odanın dört bir yanı tavana kadar kitap doluydu. Henüz yeni yerleştiği için hâlâ açılmamış koliler vardı. İçimden ‘Kendini kitaba adamış asırlık, dopdolu bir ömürle sohbete doyulmaz şimdi’ dedim. Kitaplarından ve yazılarından tanıdığım bu mümtaz şahsiyetle karşılıklı oturup sohbet etmeye başladığımızda ‘Bu arada belirtmeliyim ayakta duramayacak kadar hasta olduğum halde’ zamanın nasıl geçtiğini anlamadım. Hocamızın tatlı sohbeti ve ikramları ve en çok da bize hissettirdiği yüreğindeki samimiyet için kendisine yürekten teşekkürlerimi sunuyorum. Ve Sayın Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma ile sizleri baş başa bırakıyorum.

Peygamber Efendimizin gözünde Sahabe-i Kiram’ın yeri ve değeri neydi ve onlarla olan iletişim ve davranışı nasıldı?

Peygamberler ve Sahabe-i Kiram onlar da bizim gibi birer insandılar. Bunu söylememdeki gaye şudur. Sahabeler bile bazen Peygamber Efendimiz’in sevmediği, hoşlanmadığı hareketlerde bulunabiliyorlardı. Fakat o hiçbir Sahabesini yermedi, kötülemedi. Ben ona hayranım. Nasıl yapabildi bilemiyorum. Tabiî o bir Peygamberdi. Mesela, Efendimiz Veda Haccından sonra Medine’ye geldi. Hastalığından önce yaptığı bir konuşmada Uhud şehitlerine duâda bulundu. Efendimiz (asm) Sahabesine, arkadaşlarına çok bağlıydı ve onları çok seviyordu. 

Görünen o ki toplum olarak Sahabe-i Kiram’dan çok uzaklaştık. Bunun seebi nedir size göre?
 
Bana göre sadece Sahabeden değil, Sahabeyi Sahabe yapan Peygamberden bile uzağız. Bazen televizyonlarda ya da katıldığımız bazı ortamlarda duyuyorum. Aman Ya Rabbi diyorum “Bunun siret ile hiç alakası yok kulaktan dolma bilgilerle konuşuluyor.” İnsanımız Peygamberi öğrenmeden ona dair kitapları okumayan kendi duygusal düşüncesi ile onu anlatmaya kalkışıyor. Bu hoş bir davranış değildir. Peygambere böyle bakan Sahabeye de böyle bakar. Sahabeyi tanımıyorlar. Zaten bizim toplumumuzda okuma alışkanlığı da pek yoktur. Hep söylüyorum seksenli yıllarda insanımız daha çok okurdu, günümüzde okuma alışkanlığı kalkmış durumdadır.

Günümüzde Sahabeye dair kaynak eserler insanların anlayabileceği dile çevriliyor mu?

Açık konuşmak gerekirse bu konuda benim bir endişem var. Mütercim arkadaşlar bazen aceleci davranıyorlar. Arapça bir kelime geçince lütfen lügate baksınlar. Yanlış bir şeyler söylemesinler. Geçtiğimiz günlerde gittiğim Cuma namazında bir imam kardeşimiz bir âyet-i kerimeyi yanlış diyebileceğim kadar hatalı bir şekilde aktardı. Bu tür yanlışları yapmamak gerekiyor. Tembellik yapmamak ve biraz tefsir ve meal okumak lâzımdır. Peygamber Efendimizin Sahabesini anlatırken de kaynaklara bakmalı ve kaynakları mukayese etmeliyiz. Hataları aza indirmek içinde mukayeseli okumak lâzımdır. Bu konu hassasiyet isteyen bir konudur.  

Efendimizle aynı dönemde yaşayan bu insanların İslâm’ı hayatlarına uygulama noktasında nasıl bir tavırları vardı?

Bir zamanlar şöyle bir cümle yazmıştım. Bir dâvâsı olan eğer o dâvâya kendisini feda etmesini bilmiyorsa, o yalan söylüyordur. O kişinin dâvâsı yoktur. Sahabe-i Kiram inanmıştı. Onların bir dâvâsı vardı. Bunun için her sabah Peygamber Efendimize gelir ve ‘yeni bir âyet-i kerime geldi mi? Ona göre hayatımızı tanzim edelim, düzeltelim’ diyerek hareket ederlerdi. Örneğin şarapla ilgili âyet-i kerime gelince Efendimiz (asm) diyor ki; ‘Gidin ve bütün şarapları dökün’. Ve bunu duyan sahabeler evlerine gidip bütün şarapları döküyorlar. Bu kolay bir şey değildir. Bu insanların yaşantılarından kaynaklanan alışkanlıkları vardır. Fakat gidip döktüler. Sahabenin biri gelip diyor ki “Ya Rasulallah ben döktüm, sadece küpleri duruyor’. Peygamberimiz ‘Git o küpleri de kır, içlerine sinmiştir’ diyor. Ve onlar tereddüt etmeden bunu yapıyorlardı. İşte dâvâya bağlılık budur. Peygamber Efendimiz (asm) birkaç sene içerisinde böylesine başarılı olmasının sırrı ona inanmış insanların fedakârlığıdır. Hatta 3. Halife olan Hz. Osman (ra) zamanında Endülüs’e girdiler. Bu hâlâ tarihçileri hayrette bırakıp düşündüren bir hızdır. Nasıl olur? Diyelim ki oraya yirmi otuz bin asker gitti. Fakat İspanya’yı aldılar. Fransa’nın güneyini alarak Paris’e yüzelli kilometre yaklaştılar. O hızı hâlâ hiç kimse anlamış değildir. Bunun tek bir izahı vardır. Dâvâya inanmak ve dâvâsını kendi şahsî çıkarlarının önüne almaktır. Taht ve saltanat kavgaları araya girince şahsî çıkarları öne çıkınca gerileme dönemi başladı. Bir âyet-i kerimede Allah-ü Teala şöyle diyor. “Vallahü yüeyyidü binasrihi men yeşa.” Yani ‘Allah dilediğini gücüyle destekler’ Allah’ın desteklediğinin önünde ne durabilir ki? Fakat önce samimi olarak inanmak lâzımdır.
Allah’a inanıyorsak ve bu âyete dayandıysak korkacak bir şey yoktur. Elbette başımıza küçük şeyler gelecektir. Peygamberimizin ve Sahabenin de başına bazı şeyler geldi. Bu olmasa, imtihan nedir o zaman? Eğer cennet ve cehennemi görsek herkes iman edecektir. Bakara suresinde Cenab-ı Hak ne diyor. “Yü’minune bil gayb”. Yani ‘onlar gayba inanırlar’. Görmedikleri halde inanırlar. Biz Peygamberi görmedik. Fakat ona inanıyoruz. Bu gün dünya üzerindeki bir buçuk milyar insan onu seviyor. Karen Armstrong diye bir yazar var. Bu bayan Allahu alem Müslüman olmuştur. Olmadıysa Allah nasip etsin. Çok güzel yazmış Efendimizin hayatını. Sanırım George W. Bush’un  Irak’a müdahalesi sırasında yazmış. Diyor ki; “Bush ve siz Hristiyanlar, oryantalistler sizler Muhammed’e (asm) sihirbaz diyorsunuz. Bu nasıl bir sihirbazdır ki bundan bin beş yüz sene önce yaşamış ve sizin sihir dediğiniz o şey hâlâ bu kadar etkilidir. Sizin şu anda her türlü imkânınız var. Onun gibi bir sihir yapsanıza. Neden dünya üzerinde Bush’u seven bir tek insan yoktur” diyor.

Anlaşılan o ki davaya inanmak fedakârlıkla oluyor. Onların fedakârlıkları nasıldı?

Sahabeyi okuyunca insan çok tuhaf bir ruh hali alıyor. Onlarda ne kadar büyük bir vefa ve fedakârlık var. Onlar olmasaydı İslâm bize gelmezdi. Bizler o kadar günahkârız, aciziz. Diyelim ki uzak bir yerden konferans teklifi geliyor. Bir sürü bahane buluyoruz. Uzaktır, zahmetlidir, yorgunum gibi bahanelerin ardına gizleniyoruz. Halbuki günümüzde her şey çok kolay, uçağa binip gidiyoruz. Onlar Medine’den, Mekke’den çıkıp gelmişler. Keyfe gelmediler. Kimse keyif için savaşa gitmez. Kendilerini, rahatlarını, huzurlarını feda ettiler. Biliyorsunuz, İstanbul otuz küsur defaya yakın kuşatma yaşadı. Bir seferinde Emeviler zamanında Üsküdar’a kadar geliyorlar. Fakat o sene büyük bir kış yaşanıyor. Geriye dönemiyorlar. Araplar sıcağa alışık olduklarından donuyorlar, çoğu yollarda ölüyor. Çok azı geri dönebilmiştir. Fakat bir dâvâları vardı. Feridüddin Attar’ın İlâhî Name adlı bir kitabı vardır. Orada Hz. Süleyman (as) ile karınca hikâyesi anlatılır. Hz. Süleyman (as) bir yerden bir yere giderken bakıyor ki bir karınca toprak taşıyor. Bu durumu gören Hz. Süleyman (as) gülümsüyor. Selâm veriyor ve karıncaya ‘Ne yapıyorsun’ diyor. Karınca ‘Köyümüzün önündeki bu dağı buradan kaldırıp başka bir tarafa koyacağım’ Hz. Süleyman (as) gülümsüyor ve diyor ki ‘Senin ömrün ve gücün buna yetmez.’ Meselenin aslı nedir? Karınca diyor ki; ‘Ben bizim aşiretten bir kıza âşık oldum. Kızın babası; ‘Eğer köyümüzün önündeki şu dağı buradan taşırsan kızımı sana veririm’ dedi. ‘Bak bu kadarını da taşıdım’ deyince Hz. Süleyman (as) karıncaya hitaben yine ‘Buna ömrün yetmez’ diyor. Karıncanın cevabı şudur. Bu uğurda ölmek de güzeldir. İşte bir dâvâya inanmak budur. İnsan sevdiği, ideali, dini için ölmesini bilmiyorsa kendisini kandırıyor demektir. İşte Sahabe-i Kiram böyleydiler. Kendilerini feda etmesini biliyorlardı.

Günümüz Müslüman’ı dâvâsı için ne yapıyor? Feda etmesini biliyor mu? Neden böyle sizce?

Maalesef günümüzde Müslümanların derdi kalmadı. Rehavete girdiler. Makamlara geldiler güzel paralar kazandılar. Hepsi kapitalist oldular ve dâvâ bitti. Ben Ankara’da üniversitede öğrenciydim. O zamanlar şimdiki gibi hareketler yoktu. Şimdi Elhamdülillah fakülteler var. Kitaplar çok. Benim okuduğum yıllarda Cebeci’de bir dershane vardı. Bir akşam derse gitmiştim. Tanımadığım bir zat geldi. Oradakiler gelen misafire sarıldılar, hal hatır sordular. Öğrendim ki bu zat Risale-i Nur’dan dolayı hapse atılmış. O gün tahliye olmuş ve evine gitmeden dershaneye gelmişti. İşte dâvâ böyleydi.   

HAYATÜ’S SAHABE HEDİYESİ BENİ HEYECANLANDIRDI

Gazetemizin okuyucularına vermeye hazırlandığı kitap hakkında bizlere neler söylersiniz?

Bu çok güzel bir hizmettir. Bizden öncekiler hem şanslıydılar hem şanssızdılar. Meselâ televizyon, internet, chat dediğimiz şeyler yoktu, o yönden şanslıydılar. Vakitleri çoktu. Bilgisayar ve hızlı iletişim noktasındaysa şanssızdılar. Zamanımızın iyi yönlerini ele alarak güzel hizmetler yapılabilir. Başlattığınız Hayat-üs Sahabe kitabını dağıtma fikri beni heyecanlandıracak kadar sevindirdi. Allah razı olsun. Bizler de buna uğraşıyoruz. Peygamberi ve Sahabeyi öğretmek lâzımdır. Sahabeler, Peygamber medresesinde yetişmiş insanlardır. Bir alim, Peygamber Efendimizi anlatırken Hira’dan bahsediyor. Diyor ki; “ve hiraün medresetün nebiyi ve şeyha cibrilü’ yani ‘Hira peygamberin üniversitesiydi ve profesörü de Cebrail’di’. İşte o mektepten yetişen Sahabe-i Kiramı tanıtmak çok büyük bir hizmettir. Sizi tebrik ediyorum. Cenab-ı Haktan hizmetlerinizin devamını diliyorum. İnşallah çok güzel bir netice alınır.

Prof. Dr. İhsan Süreyya SIRMA Kimdir?

10 Temmuz 1944 yılında, Siirt’in Pervari ilçesinde doğdu. İlköğrenimini Pervari’de yaptıktan sonra, orta ve lise öğrenimini Siirt’te tamamladı. 1962 yılında girdiği Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesini, 1966 yılında bitirdi. 1973 Mayıs ayında, “İslâmî İlimler” dalında doktor olarak Türkiye’ye döndü. 1980 yılında doçent, 1989 yılında profesör oldu. 1993 yılında naklen Sakarya Üniversitesi’ne geçti ve 1995 yılına kadar bu Üniversitenin İlahiyat Fakültesinde İslam Tarihi öğretim üyeliği yaptı ve aynı yıl zorla bu üniversiteden emekli edildi. 1995-1997 yılları arasında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkan Danışmanlığı görevinde bulundu. İslâm Tarihi dalında 30 kitabı ve 200’ü aşkın ilmî makalesi yayınlandı. İhsan Süreyya Sırma evli olup, üç çocuk babasıdır.

Ebru Olur
[email protected]
Okunma Sayısı: 4609
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı