Her insanın en nihayet varacağı yer mahşer yeri olması ve orada kendini kurtaracak hak katında makbul sayılan, yüzünü ak çıkaracak amellerin olması hasebiyle insana en büyük halâskârın kalb-i selim olduğunu Kur’ân bize bildiriyor.
(Şuâra 88-89) da “o gün ne mal fayda verir, ne evlât. Ancak o gün temiz kalble (kalb-i selim) gelenler (kurtulur).” denilmektedir. Ahirette kurtuluşumuz neredeyse bu kelimede düğümlenmiş durumda. Bize bu âyetle birlikte bundan önceki âyetler bütünlüğü içinde kurtuluş formülü sunuluyor.
Hz. İbrahim’in (as) hem tebliğ, hem duâ tarzında ifadeleri kısaca şöyle:
“Ancak âlemlerin Rabbi dostumdur, O yaratan ve doğru yolu gösterendir, beni yediren içirendir, şifa verendir, O ki canımı alıp diriltecek olan, beni bağışlayacak olan, ya rab bana hikmet ver ve beni salihlerin arasına al, beni sıdk ile anılan, beni naim Cennetine varis kıl, babamı bağışla, haşir günü beni mahcup etme (Şuâra 77-88)“ şeklinde özetleyebileceğimiz en mücerreb duâ olarak geçiyor. Yaklaşık on iki âyetle hülâsa edilmiş bu niyaz en son kalb-i selîm duâsıyla mühürlenmiştir.
Öyle anlaşılıyor ki, tertemiz kalb ile Allah’ın huzuruna varmak ne kadar önemli, ne kadar elzem.
O halde bu kalb-i selîmi bir başka açıdan tarif edelim. Kalb-i selîm, masiva kirlerinden arınmış mücellâ bir ayna gibi Cenab-ı Hakk’ın tecellilerine âyine ve esma-i İlahiyesine mâ’kes olmuş bir kalbtir. Orası öyle ki, Hakk’ın matmah-ı nazarının cevelân ettiği muallâ bir makamdır.
Varlık içinde en kıymetli şey, en güzel hediye, cemali tecellilere ayna olabilecek kadar saf ve berrak bir kalptir. Allah’a götürmeye lâyık bir hediye kalb-i selîm gitmektir.
Şairin dediği gibi:
“Sanma ey hâce kim senden zer ü sim isterler
Yevme lâ yenfeu’da kalb-i selîm isterler “
Bu noktada Rabbimizin kulun amellerine ve kalbine baktığını hatırlamamız gerekiyor.
Kalb-i selîm, içinde iman nurunun ışıldadığı berrak ve billur bir fânus gibidir ki, bu nur ile doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden, hakkı bâtıldan ayırt edilebilir. Yine kalbin tarifiyle ilgili 32. Sözün 2. Maksadın hâtimesinde şöyle geçer: “Öyle de; Şu şecere-i kâinatın semeresi olan beşer, kâinatın vücudundan ve icadından maksut odur ve icad- i mevcudatın gayesi de odur. Ve o meyvenin çekirdeği olan insan kalbi dahi, Sani-i Kâinatın en münevver ve en câmi bir meyvesidir.“
Diyebiliriz ki bütün âlemler bu münevver meyvenin etrafında dönüyorlar ve yine denilebilir ki, Âlemlerin Rabbi sayısız âlemlerin içinde cismiyle pek küçük, ruhuyla pek büyük, Rahman’ın tahtı olabilecek bu aynaya bakıyor.
O halde bize verilen kalbin istidâtlarını nasıl inkişaf ettirebiliriz, ruhu nasıl inbisât ettirebilir, imanınızla bu aynayı nasıl parlatabiliriz, bunun yollarını aramak lâzımdır. Belki de bütün hakka giden yollar bunun içindir, yâni kalb-i selîm sahibi olmak için. Kalb-i selîm sahibi olmanın bir çok yolu ve şartı olduğu gibi, kalbin hazırlamasında olması gereken inanç ve itikadî temel dinamikler yukarda mezkûr ayetler topluluğunda bulunmaktadır. Hz. İbrahim’in (as) şahsında bu âyetler ilk olarak Allah dostluğu ile başlar. “Ancak âlemlerin Rabbi benim dostumdur”. (Şuâra 77) Bu âyette Hz. ibrâhim (as) Halilullah olmanın keyfiyetini de bulmuş oluyor. Böylece Allah dostluğunun nasıl başlayacağını bize öğretiyor.
Aynı zamanda bu âyette geçen anlam ve mânâ bir mü’minin hayatta sınırsız derece güveneceği, sınırsız seveceği ve bağlanacağı zâtın yalnızca Allah olduğunu açıkça ifâde ediyor, diğer âyetlerde Allah’ın; yaratma, hidayet verme, yedirip, içirme, şifa veren, öldürüp dirilten, bağışlayacak olan fiillerin ve sıfatların sahibi olduğunu beyan ile imanın temelini oluşturuyor.
Bütün bu esaslara inanan ve sıdk ile bağlanan kimse kalb-i selîm olmanın alt yapısını atmış olur. Sonrasında salâh, takva, verâ, istikamet, ahlâk gelir ki kalbi temizlemede önemli basamaklardır.