Fıtrat, kısaca “yaratılış” olarak bilinir. ‘Fâtır’ isminin tecellisidir. Fıtratta yalan yoktur.
Çekirdek “Ben, sümbüllenip meyve vereceğim” der. Beyanı doğru çıkar. Yumurtanın içindeki fıtrî meyelan “Allah’ın izni ile ben piliç olurum” der. Doğru söyler. Bir avuç su, bir demir gülle içinde “Genişlen, bana fazla yer lâzım” der. O demir onu yalan çıkarmaz. Meselâ fıtratı safî melekler, itaatkârdırlar. Allah ne emrederse onu yaparlar. Meselâ hayvanlar. Fıtratının gayesine uygun olarak vazifelerini yerine getirerek bir nevi ibadetlerini Fâtır’ına takdim ederler.
İnsanda ilave bir fıtrat fonksiyonu olarak akıl ve şuur gibi duygular olduğundan geçmiş ve gelecek zamanla ilgilidir. İnsana halifelik makamı ve emanet-i kübra görevi verilmiştir. Emanet ve görev, şuurlu olana verilir. Bu makamın ve görevin gereği bedeninde yerleştirilmiş fıtrî program olan ene, ruh, kalp, akıl, şuur, vicdan, nefis gibi duygularla fonksiyonel hale getirilmiştir. Kendisinden ‘kulluk’ ve bunun tezahürü olan ‘ibadet’ istenmiştir. Karşılığında fıtratına uygun ebedi bir saadetle müjdelemiştir.
İnsanın fıtratının şahitliği de kesindir. İnsanın maddî ve manevî fıtrî cihazları, ‘İslâm’a uyumludur. Bunun zıddı davranış ve tarzlar vicdan tarafından reddedilir. Ne yazık ki, şu zamanın insanı bilerek ya da bilmeyerek ya fıtratını reddetmekte, ya da fıtratına uygun davranmamaktadır. Bu durumda amacı dışında kullanılan her alet gibi hem insan, hem sosyal hayat bozulmaktadır. Ebedî hayatının celladı ve sosyal hayatın zehiri olmaktadır.
Meselâ kâinatın şahitlik ettiği Fâtır-ı Zülcelâl’i tanımamakla hem inkârcı ya da gafil durumuna düşüp hem de mahlukatın hakkına girerek kendini ateşe hazırlamaktadır.
Meselâ derd-i maişet için başta namaz, fıtrî vazifesi olan ibadetini ihmal ederek, talimini bırakıp dilencilik yapan asker gibi olmaktadır. Ancak Allah’ın zikriyle tatmin olan kalbinin-vicdanının huzursuzluğu yanında, ebed arzusunun fıtrî cevabını vermediğinden kabre basiretsiz ve çok ağır bir sorumluluk altında girmektedir.
Meselâ Kur’an fıtrî olan tesettürü emreder. Aksi davranışlar, erkeklerin şecaatini giderip adîleştirmektedir. Şefkat kahramanı olan kadınları da bu vasfından soyutlayıp rezil heveslerin aleti durumuna sürüklemektedir. Açık bacaklarını birer bıçak hükmüne getirip sosyal ve psikolojik yaralara yol açmaktadır.
Mesela gıybet ayetle zemmedilmiş bir durumdur. Ölü kardeşinin etini yemek gibi bir durum olduğu ayetle belirtilmektedir. Bu ise insanlık fıtratına uymayan kerih bir şey değil midir. Örnekler çoğaltılabilir.
Ey nefis! Bedenine takılmış kâinatın en harika fıtrî cihazlarının fonksiyonlarını dumura uğratma. Fıtratının şuuru olan vicdanını dinle. Kendine sor ki: “Fıtrata bu reddiye, ne diye? Bu cesareti nereden buluyorsun diye. Sonsuz aczinle, nihayetsiz fakrınla kabir denilen mülâkat salonuna neden bile bile şu ağır sorumlulukla giriyorsun diye.”