Bugün meşhûr Enver Paşa’nın vefat yıldönümü. Buhara taraflarında, Tacikistan’da Ruslarla çarpışırken, 4 Ağustos 1922 tarihinde vücuduna isabet eden mermilerle şehid düştü. Allah rahmet eylesin.
Hemen hürriyet-meşrutiyet, hem de vatan-millet kahramanı olan böyle bir şahsiyeti Kemalistler hiç, ama hiç sevmez. Hatta, ondan nefret ederler. Üstelik, tam yüz yılı aşkın süredir devam eden bu nefret hissi hiç değişmedi. Muhtemelen bundan sonra da değişmeyecek.
Acaba, bu garip halin sebeb-i hikmeti nedir? İşte bu yazıda o karanlık noktayı bir nebze olsun aydınlatmaya çalışalım.
«
Enver Paşa ile Mustafa Kemal aynı yaşlardadır. Aynı tarihlerde (1881) doğdular. Tahsil hayatları da hemen hemen aynıdır. Nitekim, aynı “Harbiye Okulu”dan diploma aldılar. Evlenme yaşına geldiklerinde de, ne gariptir ki aynı kıza talip oldular. Şehzade Süleyman’ın kız kardeşi Naciye Sultana…
Şu var ki: Saray’a dâmat olarak kabul edilen Enver Paşa komuta kademesinde hızla yükselirken, Mustafa Kemal onu bir hayli geriden takip etti. Mesela, Çanakkale Muharebeleri esnasında Enver Paşa “Padişah vekili” olarak Osmanlı Ordularının Başkumandanı (Erkân-ı Harbiye Reisi) iken, Mustafa Kemal Gelibolu’da “Yarbay” rütbesini taşıyordu. Yani, henüz “Paşa-General” değildi. Dahası, 18 Mart’ta kazanılan Deniz Zaferi günlerinde Çanakkale’de bulunmuyordu.
Bunlar yakın tarihimizin gerçekleri. Ne var ki, Kemalistler bu durumu bir türlü hazmedemediler. Bilhassa “Edirne kahramanı” olarak da bilinen Enver Paşa’nın ordu içinde hızla terakki etmesi ve Kemal Paşa ile aralarındaki rütbe ve sosyal statü makasının giderek açılması, Kemal Paşa taraftarlarında inanılmaz derecede bir kin ve intikam duygusunun depreşmesine yol açtı. Aşağıda okuyacağınız “Çankaya” kaynaklı bilgi notu ile Said Nursî’de iktibas edeceğimiz pasajlar, dünya görüşü taban tabana zıt iki paşa arasındaki derin ayrılığın bâriz bir delili ve ispatı mahiyetindedir.
Netice itibariyle tarihî gerçeklik şu ki: M. Kemal ile onun taraftarı olan Kemalistler, Enver Paşa gibi Said Nursî’yi de hiç, ama hiç sevmezler.
«
Falih Rıfkı Atay tarafından yazılan “Çankaya” isimli kitap, Kemal Paşa’nın izni ve isteği üzerine yazılıp yayınlandı. O kitabın ilk bölümünde, Enver Paşa ile Kemal Paşa arasında geçen çarpıcı bir hadisenin detayları naklediliyor.
1916’da Çanakkale-Gelibolu’daki muharebeler de bittikten sonra, savaşa katılan subayların rütbeleri birer tezkere ile yükseltildi. Meselâ, yarbaylar ile albaylar paşalığa (general) terfi ettirildi. Bunların arasında M. Kemal Paşa’nın tezkeresi de var. Ancak, Enver Paşa, bir istisnaî durum olarak bu tezkereyi imzalamayı kasten geciktirir. Haliyle, bu da askeriye içinde dedikodulara yol açar. Enver Paşa, bir gün tam dedikodunun üzerine gelir. Konuşmayı kesmelerine rağmen, o “Kesmeyin, devam edin” der. Yeni paşa olmuş subaylar ile Enver Paşa’nın arasında şu konuşma geçer:
Soru şu: Yarbay Mustafa Kemal'in paşalık tezkeresini neden imzalamadığınızı merak ediyoruz. Sebebi nedir acaba?
Enver Paşa’nın kısa ve net cevabı şu olur: Onun benim kadar yakından tanıyan kimse herhalde yoktur. Mustafa Kemal öyle bir şahıstır ki, onu paşa yapsanız padişah olmak ister; padişah yapsanız, bu kez tutup Allah olmak ister.
«
Takvâsı ve vatanperverliği ile İttihatçıların bozuk kısmından ayrı tutulması gereken Enver Paşa'nın mezarı 1996 senesinde (Süleyman Demirel'in Cumhurbaşkanı olduğu dönemde), İstanbul Şişli’deki Hürriyet-i Ebediye Tepesine nakledildi. Osmanlı’da hürriyet ve meşrutiyet taraftarı olan birçok meşhurun mezarı da buradadır.
«
M. Kemal'in de vaktiyle İttihatçıların içinde yer aldığını hatırlatarak, son bir suâl ve cevabı Üstad Bediüzzaman’ın ifadelerinden aktaralım.
SUAL: Sen Selanik'te İttihat ve Terakkî ile ittifak etmiştin, neden ayrıldın?
CEVAP: Ben ayrılmadım, onların bazıları ayrıldılar. Niyazi Bey, Enver Bey gibi adamlarla şimdi de müttefikim. Lâkin, bazıları bizden ayrıldılar; bataklık yoluna saptılar. [...] Hamiyetli ve dindar adamlarla daima beraberim. Ben [Temmuz 1908’de] Selanik’te Meydan–ı Hürriyet’te okuduğum nutuk ile ilân ettiğim mesleğimi şimdi de takip ediyorum.” (Eski Said Dönemi Eserleri, s. 97.)