16 Haziran 2013, Pazar
İnsanın kişilik, karakter ve genel yapısını karşılaştığı olaylar belirliyor. O olaylar yaşanmadan kişi hakkındaki yorumlar doğru olmuyor.
Durum her insan için geçerlidir. Çocuk da olsa, genç de olsa, yaşlı da olsa içinde taşıdığı bazı programlar ancak bir olay yaşanınca anlaşılıyor, ortaya çıkıyor. O olay yaşanmadan o program devreye girmiyor.
Allah da (cc), kulunun/kullarının başına bazı olaylar veriyor ki, içindeki belki kendisinin bile henüz keşfetmediği değişik kabiliyet paketleri hayata çıksın ve gerçek varlığı gözüksün. Tabiî yaşananlar olumlu da olabiliyor, olumsuz da. Ama ister olumlu şeyler olsun, isterse olumsuz şeyler; her halükârda neticesi itibariyle insan farklı bir yüzüyle ancak o olayı yaşayınca karşılaşabiliyor. O zaman diyebiliriz ki, olaylar bizim gerçek yüzümüzü ortaya çıkarıyor. Neye, ne zaman, nasıl tepki vereceğimiz o olayla yüzleşince anlaşılıyor. Yoksa hayalî olarak hissetmek istesek bile, hayalî tepkimiz gerçek tepki olmuyor.
En basitinden parayla kişinin imtihanı kolay bir imtihan değildir; makamla imtihanı kolay bir imtihan değildir; cinsellikle imtihanı kolay bir imtihan değildir; korku ile imtihanı kolay bir imtihan değildir; sevinç ile imtihanı yine kolay bir imtihan değildir.
Ama güzel olan ve iman edilen bir şey var ki, Yaratan insana kaldıramayacağı bir yük yüklemiyor. Hatta insan biraz da cehaletiyle pek çok kaldıramayacağı ağır yüklerin altına giriyor, ama yine Yüce Kudret onun kaldırabileceğini ona verir. Tabiî herkesin yük kaldırma kapasitesi de aynı değil.
O zaman kim, neye müşteri oluyorsa, o işi yapmanın maddî ve manevî donanımını da kazanmak durumundadır.
Tarihe bakıldığında zirvelere doğru tırmananlar (hangi alanda olursa olsun), zorlu bir yolculuğu göze almış kimselerdir. Zaten orada olmaları pek çok aşamaları aşabilmelerinin sonucudur.
Fakat bir önemli mesele var ki, her ulaşılan aşamanın, başarının, zirvenin kendine göre bir iklimi de vardır. Her zirvenin hayat şartları başka başkadır. Onun için bir yere çıkanların o yer hakkında sağlıklı bilgisinin ve o yerde tutunabilmenin donanımını da bilmesi, alması gereklidir. Yoksa maddî manevî üşütür.
Benim asıl üzerinde durmak istediği şey ise daha farklı. Ne zaman başından çok ağır dâvâlar geçmiş bir gençle konuşsam, kurduğu cümleler, hayata bakışı, olayları tahlil edişi daha olgun, daha sağlıklı, daha tutarlı ve daha geniş açıdan konuyu ele alıyor.
Bu, yaşanan olayların kişi üzerindeki olumlu etkisini gösteriyor. Evet, her başa gelen olayın bir ‘anlam değeri’ var. O olayın ‘anlam değeri’ ne kadar güçlüyse, kişiye bıraktığı ders de o kadar tesirlidir. Onun için genç yaşta, ama bir orta yaş insanı kadar hayatla ciddî bağları gelişmiş gençlerimiz var. Yaşça kendinden büyüklere yol gösterecek kadar olayların ona kattığı bir değer var. Nitekim kişinin sözündeki te’sir, bildikleri ile değil, yaşadıkları ve o yaşadıklarına verdiği sağlıklı tepki ile ölçülür.
Dünden bugünlere, yani Osmanlıdan Cumhuriyete ülkemiz insanlarının başına gelen hadiseler oldukça karmaşık ve çeşitlilik ihtiva ediyor. Bunun olumlu etkisi olumsuz etkisinden daha fazladır. Bir de artık dünya ölçeğinde oyuncular var ve aktörler çok da yerli değil. Bu yıkım işlerinde maharet (!) kazanmış ülkeler ve insanları var.
Yıkım ekibi olarak adı konabilecek o kadar çok çalışan ve bu yollarda kafa yoranlar var ki! Hatta bazen yapı(m)cılar bile yıkıcıların ekmeğine bilerek ya da bilmeyerek yağ sürüyorlar.
Bu ülke on yıllardır bir baş ağrısı içerisinde. Bu belâ yüzünden on binlerce insanını kaybetti. Yani olaylara karşı bu ülke insanları daha güçlü, daha antrenmanlı ve daha dayanıklıdır.
Dolayısıyla kolay kolay bu ülke insanları oyunlara âlet olmamalı ve birilerinin tezgâhına hizmet etmemelidir. Ama yaşananlardan da elbette özellikle sorumlu kişilerin bir ders çıkarması şattır.
Ülke meselelerine on yıllardır çözüm teklifleri sunanlara bilerek ya da bilmeyerek kulak tıkamak, görmezden gelmek, bu konularda bir kararlılık göstermemek elbette problemi büyütmekten başka sonuç vermeyecektir.
Benim aklıma gelen ise, başa kötü bir şey geldiğinde, faturayı bütün bütün karşı tarafa yazmamaktır. Hatta o yıkıcı tamamen haksız da olsa, yine durup bir düşünerek, “Ben nerede hata yaptım da başıma bu musîbetler geldi; bu serseriler, bu çapulcular neden benim başıma musallat oldular?” demesi doğru olandır.
İnsan yaşananlardan değil, yaşananlar karşısında alınması gereken dersleri almakla sorumludur. Yoksa tekrarına kapı açılmış olacaktır. Çünkü yaşananlar çoğu zaman sizin herhangi bir dahliniz olmadan da gelişebiliyor.
Başa kötü bir şey geldiğinde…
Evet, neticede her şey bir imtihanın neticesidir. İnsan kötü bir şey ile karşılaştığında; kaderin hissesini; muhatabının da nefis taşıyor olduğunu, onun hissesini; kendisinin de bir nefis taşıdığını, bir hisse de ona vermek gerektiğini; dördüncü aşama olarak da bir haklılık boyutu varsa, affetmenin büyüklük göstermek olduğunu ve böylece gelişecek olayın zarar ve zulmünden kendisini ve muhatabını kurtarmış olacağını hissetmesi oldukça güzel bir uygulama örneğidir. (22. Mektub)
Tabiî insan kendisine duâ edenlerin sayısını azaltırsa, elbette belâlar ve musîbetler kendisine ulaşmak için yol bulabileceklerdir. En kötü şey de insanın duâ edenlerinin sayısının azalmasıdır. Bundandır ki, zayıf olanlar, güçsüz olanlar daha etkiliymiş gibi gözükmeye başlıyorlar. İnsan işte o zaman korkmaya başlıyor.
Duâsı güçlü olanın, dayandığı güçlü olanın korkusu olmaz. Mesele O’nun razı olması meselesidir. Neticede ‘O razı olsa bütün dünya küsse ehemmiyeti yok… O kabul etse, bütün halk reddetse tesiri yok’tur.
Ama O razı değilse, işte o zaman yaşanacaklardan korkmak lâzımdır.
Okunma Sayısı: 1938
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.