"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Nur markasının özellikleri (2)

M. Latif SALİHOĞLU
20 Mayıs 2025, Salı
Telif ve müellifi itibariyle “NUR markası” patentinin sahibi Türkiye’dir. Biz de, bu vatandan çıkıp bütün dünyaya yayılan ve insanlık âlemini saran bu ulvî markanın bazı özelliklerini sıralamaya devam ediyoruz.

HER HÂL VE ŞART ALTINDA MÜSBET HAREKET

Nur Risâlelerinin müellif Bediüzzaman Hazretleri, hayatının her safhasında daima “müsbet hareket” metoduyla hizmet etmiştir. Menfi hareketten hem kendini muhafaza etmiş, hem talebelerini uzak tutmuştur. Aynı şekilde, provokasyonlara da gelmemişlerdir.

Evet, yüz senesini dolduran bu “müsbet iman hizmeti” müddetince, binlerce kez mahkeme safhaları yaşanmış, lâkin, tamamı beraatle netilenmiştir. Devletin adliye ve emniyet kuvvetleri, hatta istihbarat teşkilâtları, söz konusu eserlerde ve okuyan talebelerinde suç teşkil edecek hiçbir delil bulamamışlardır. 

Demek ki, ortada lekesiz, sâbıkasız, aynı zamanda İlâhî koruma altında bulunan tertemiz bir dâvâ vardır. Bu husus artık tarihin, mahkemelerin ve umumî vicdanın tescilindedir.

İşte, böylesine şerefli bir mâzi ve böylesine temiz bir dâvâ başka nerede görülmüştür. Böylesine ulvî, nurlu bir marka dünyada hangi hangi milletin, hangi ülkenin elinde var? Kesinlikle dün olduğu gibi bugün de yoktur ve Asr-ı Saadet istisna, dünya tarihinde görülmüş değil. O hâlde, bütün millet olarak hiç çekinmeden iftiharla ve tam bir gayretle bu kudsî markaya sahip çıkmamız icap ediyor.

MÜSBET HAREKET DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman, âhir ömrüne kadar nefsinde tatbik etmiş olduğu müsbet hareket dersini, vefatından önceki son dersinde talebelerine de vasiyet ediyor. İşte Emirdağ Lâhikasının âhirine derc edilen o vasiyetten birkaç cümle:

“Aziz kardeşlerim,

“Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfî hareket değildir. Rıza-yı İlâhîye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır, vazife-i İlâhiyeye karışmamaktır. Bizler âsâyişi muhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti içinde her bir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz.

“Mesleğimizde kuvvet var. Fakat bu kuvvet, âsâyişi muhafaza etmek içindir. ‘Velâ teziru vaziretun vizra uhra’ [âyetinin] düstûru ile ki: ‘Bir câni yüzünden onun kardeşi, hanedanı, çoluk-çocuğu mesul olamaz.’ İşte bunun içindir ki, bütün hayatımda bütün kuvvetimle âsâyişi muhafazaya çalışmışım. Mezkûr âyetin düsturuyla vazifemiz, dahildeki âsâyişe bütün kuvvetimizle yardım etmektir.

“Bizim vazifemiz hizmettir; netice Cenab-ı Hakka âittir.”

Evet, harikulâde cesaretiyle destânlar yazan ve ömrü billah korku nedir bilmeyen Bediüzzaman Hazretleri, bilhassa Barla hayatından sonra, yani etrafında hâlis kardeşleri ve Nur Talebeleri müsbet iman hizmeti için devreye girdikten sonra, eskiye nazaran hâl ve hareketlerinde çok daha hassas davranmaya başlamıştır.

Bu noktada eski ve yeni hayatı hakkında bir kıyaslama yaptığı Emirdağ Lâhikasındaki bir mektupta şu ifadeleri kullanıyor:

“Yeni Said, ihtiyarlığında bütün bütün siyasetten ve dünyadan kendini çekmeye çalıştığı halde, ehl-i dünyanın bütün bütün kanuna ve insafa ve vicdana, hattâ insanlığa muhalif bir tarzda eşedd-i zulüm ile yirmi sekiz sene işkencelerle ezdiklerine ve o biçare Said’in baltalarla başına vurduklarına ve ihanetin en şenîlerini yaptıklarına karşı, emsalsiz bir sabır ve tahammül ona ihsan olunması ve gayet asabî ve sinirli olduğu gibi, fıtraten korkak olmadığı halde ‘Ecel birdir, tegayyür etmez’ hakikatine imanından gelen büyük bir cesaretle beraber, en korkak, en miskin bir vaziyette sükût edip sabretmesinin bir hikmeti budur ki: Kur’ân-ı Hakîmin hakaik-i imaniyesini tefsir eden Risale-i Nur’u hiçbir şeye ve şahsî menfaatlerine ve mânevî kemâlâtlarına âlet yapmamak ve Nurdaki hakikî ihlâsı kırmamak için Said’e şefkatli tokatlar vurup “Sakın, sakın, hakaik-i imaniyenin tefsiri olan Risale-i Nur’u kendi şahsî menfaatlerine ve hattâ mânevî kemâlâtlarına ve belâlardan ve muzır şeylerden kurtulmaklığına âlet yapma. Tâ ki, Nurun en büyük kuvveti olan ihlâs-ı hakikî zedelenmesin’ diye, kader-i İlâhînin şefkatli tokatları olduğuna kat’î kanaat ediyorum.”

Kısaltarak vermiş olduğumuz bu ifadeler, her hâl ve şart altında yine de “müsbet hareket” metoduyla nurlu hizmete devam edilmesi gerektiği dersini veriyor.

(Devamı var)

Okunma Sayısı: 2274
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Latif Salihoğlu

    23.5.2025 18:15:11

    Değerli Hasan S'ye: İlgili bahsin linki: https://www.yeniasya.com.tr/risaleinur/emirdaglahikasi/files/assets/basic-html/page611.html

  • Hasan S

    22.5.2025 12:23:00

    ..büyük bir cesaretle beraber ,en korkak,en miskin bir vaziyette sükut edip ... Korkak ifadesi üstada mi ait ?tırnak içinde değil. Öğle ise mektup no ve sayfa yazarmısıniz. İfade size ait ise lütfen düzeltin.

  • Said Yüksekdağ

    22.5.2025 10:08:44

    Allah razı olsun Latif ağabeyim.. Bu yazınızla gülencilerin/fethullaçıların Nurcu olmadığı yahut Nurculuk davasında olmadıkları ayan beyan ortaya çıkıyor. Onların izlemiş olduğu metod ile sizin yazınızda ifade ettiğiniz Üstadımızın metodunda dağlar kadar fark var.

  • Elvan sağkol

    20.5.2025 15:55:46

    Rabbim Tüm nur talebesini,ihlas ve musbet hareket etme noktasında,daim eylesin.Amin.

  • Raşit örenel

    20.5.2025 13:56:25

    Nur mesleği budur, Nur Talebeleri de bunlara riayet eder. Bununla birlikte Nur Talebeleri, Risale-i Nurlardaki Kurani düsturları sadece kendisi için mi ister? Sizin ifadenizle, "bir zeka geriliği" olan menfi ırkçılarla karşılaşınca sizin de yaptığınız gibi mukteza-i hale göre diyalog kurmalı değilmiyiz ya da sizin ifadenizle "idare tarafından kendisine adeta tuzak kurulan insanlar" olan Şeyh Said hadisesindeki pek çok insana "oh olsun" demek yerine, evvela idarenin kusurlarına karşı çıkmalı değil miyiz? Peki ırkçılar gibi menfi bir tavır içindeki başkalarına da ya da menfi bazı işler yapılsa da ekseriyeti adeta bir tuzağa çekilen gruplar konusunda da, mukteza-i hale göre uygun hir diyalog ve menfi hareketler bahane edilerek tuzağa çekilen insanların durumunda da önce idarenin kusurlarına karşı çıkmalı değil miyiz, tutarlılık bunu gerektirir kanaatindeyim. Nasıl Üstadın açık ikazlarına rağmen menfi hareketle "Ahmedi, Mehmede kırdıran" Şeyh Said hadisesindeki mağdurlara insaf ediyoruz.

  • Nagehan

    20.5.2025 06:24:53

    ... Ve şunu da -inşâAllah-fark ettim ki, FIRKA-ı NACİYE; Kur'an-ı Kerîm'in hükümlerini kabul ve tasdik etmekle onlara uyan, -gücü yettiğince-Hz. Peygamberin(s.a.v.) ve O'nun Ashâbının yolunu aynen takip eden ve şu/cu-bu/cu cemaat ile değil de doğrudan "müslümanım" ifadesiyle özdeşleşenlerin, -Asr-ı Saâdet sonrası ve özellikle de günümüzde- ancak kalben buluşabilenlerin oluşturduğu, manevî cemaat hükmünde(Allahu alem). //Hürmetler, Selâmet ile.

  • Nagehan

    20.5.2025 06:20:16

    Bediüzzaman'ın, eski ve yeni hayatı hakkında bir kıyaslama yaptığı Emirdağ Lâhikasındaki o mektuptaki ifadeler; ona hakikî manada kimlerin saygı duyduğu, izince gittiği, talebesi iddiasını haklı kıldığı konusunda; turnusol hükmündedir diye düşünüyorum. ...

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı