Bir dost meclisi ile beraber özel minibüsümüzde yolculuk hâlindeyiz. İlâhîler, ezgiler, dersler, ikili, üçlü sohbetlerle; farklı bir dünyaya göçer, uçar gibiyiz âdeta.
Geride bıraktıklarımızı sahibine emanet etmiş bir güvenle, rüzgâra binmiş, az sonra bulutlara tırmanacak, çok ötelere, bizi hasretle bekleyenlerin olduğu diyarlara ulaşacak bir coşku içerisindeyiz. Farklı yaşlar var ortamda. Her yaş grubu bir başka yaş grubunu özlemle dinliyor. Seksenli yaşlardaki Muharrem Ağabeyi herkes dinliyor. Belli ki anlatılanlarda herkese dokunan bir yaşanmışlık var. Muharrem Ağabey dikkatle dinlenince, hatıralar birbirini iteklercesine sıraya giriyor âdeta. Biri inmeden diğeri çıkıyor sahneye. Bir müddet sonra, Muharrem Ağabey'den, gazeller başlıyor. Kazancı Bedih versiyonu, “Ahhh!” deyince, geçmişe gitmemek mümkün mü? Ortam hareketli mi hareketli.
Sonra yoruluyor Muharrem Ağabey ve uyuyor. Uyanınca, hiç uyku arası olmamış gibi, plak kaldığı yerden dönmeye devam ediyor. Parçalardan sonraki alkışlar Muharrem Ağabeyi motive ediyor ve kendinden geçercesine musikîye yükleniyor; mutlu oluyor söyleyince ve mutlu ediyor dinleyenleri. İlgi ne muhteşem bir şey.
Rahmet hazinesi olan İlâhî ilgi ile dostların ilgisi arasında beşikteki bebek gibi ninnilerle yaşıyor insan. Sizi dinleyen birileri varsa, yani ilgi varsa, o dakikalar, o saatler boyunca ömrünüz uzuyor âdeta gençleşiyorsunuz. Sıcak ilgi, içten dinleyen bakışlar; insanın koluna girip ayağa kaldırıyor, hayat veriyor âdeta. Yüzünü güldürüyor insanın sıcak bakışlar. Yaşı yok ilginin; bebek, genç, yaşlı; hasta, mutlu, neşeli; hepsi ilgili. İlgi yoksa, hayat yoktur. Ölüm, maddî; sevgisizlik manevî ilginin sona ermiş hâli. Göz göre göre ölüme terk etmektir, ilgisizlik. Sevgisizlik de öyle. Öldürüp ipi çekiyorlar; sonra da “Niye küstü?” “Neden öldü bu insan?" diyorlar. Neden ölmesin ki can, nefes gibi ilgi tükendiyse…