Risale-i Nur’da da yer alan azimet ve onunla ilgili olarak ruhsat kavramlarını anlayabilmek için öncelikle kelime olarak ve fıkhî olarak anlamlarını öğrenmekte fayda var.
Ruhsatın lügatteki manası izin, müsaade, kolaylık ve genişlik olmakla beraber fıkhî olarak anlamı kulun özürlerine mebni, kendilerine bir suhulet ve müsaade olmak üzere, ikinci derecede meşrû kılınan şeylere denilmektedir. Azimet ise takva ile amel etmek manasına gelir. Yani Allah’ın emirlerini eksiksiz yapmaya çalışmak demektir.
Kastamonu Lâhikası’nda Üstadımız “hakikat-i İslâmiyenin içinde cereyan edip gelen esas-ı velâyet ve esas-ı takvâ ve esas-ı azimet ve esâsât-ı Sünnet-i Seniyye gibi ince, fakat ehemmiyetli esasları muhafaza etmek bir vazife-i asliyesidir.” diyerek Nur Talebelerinin de azimeti tercih etmesi gerektiğine dair işaretler vermektedir. Zira hakikat-i İslâmiyette azimet esas tutulmaktadır.1
Üstad Hazretleri hayatında azimeti esas tutmuştur. Meselâ Şapka Kanunu’yla ilgili kendisine istibdat uygulanmaya cüret edildiğinde “Avrupa perest sarhoşların kıyafetlerine ruhsat-ı şer’iye ve cebr-i kanunî cihetiyle girmektense, azîmet-i şer’iye ve takvâ cihetiyle, yedi milyar zatların kıyafetlerine girmeyi tercih ederim.” ifadesinde bulunmuşlardır.2 Zira Peygamber ahlâkı ile ahlâklanan ve Cenâb-ı Hakk’ın rızasında fanî olmak isteyen ehl-i hakikat zatların tamamı ruhsatlarla değil, azimetlerle amel etmeyi tercih etmişlerdir.3
Ancak bu asrın insanlarını su-i ihtiyar ile müptelâ olduğu ve zaruret derecesine koyduğu bazı şeylerin olduğu ve bunların gayr-ı meşrû meyiller ile haram yollara girme riskleriyle pek çok hallere müsait olması hasebiyle ruhsatlı hükümlere uyarak haramı helâl etmek gibi içtihadlar yapılmaması gerektiği de ihtar şeklinde nakledilmektedir.4 Meselâ yalanın izin verildiği bazı hallerin bu asırda ruhsatı olmadığı Nur Külliyatı’nda belirtilmektedir.
Bununla beraber yine Kastamonu Lâhikası’nda şu asrın insanının ruhsat ve azimet noktasındaki haletine Üstad şöyle bir tahlil getiriyor:
Evet, insaniyetin yaşamak damarı ve hıfz-ı hayat cihazı, bu asırda israfatla ve iktisatsızlık ve kanaatsizlik ve hırs yüzünden bereketin kalkmasıyla ve fakr u zaruret, maişet ziyadeleşmesiyle o derece o damar yaralanmış ve şerait-i hayatın ağırlaşmasıyla o derece zedelenmiş ve mütemadiyen ehl-i dalâlet nazar-ı dikkati şu hayata celb ede ede o derece nazar-ı dikkati kendine celb etmiş ki, ednâ bir hâcât-ı hayatiyeyi büyük bir mesele-i diniyeye tercih ettiriyor.
Ve Üstad Bediüzzaman bu isabetli tesbitinden sonra bu acip asrın marazlı insanına devasını da şöyle naklediyor: Bu acip asrın bu acip hastalığına ve dehşetli marazına karşı Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın tiryak misâl ilâçlarının naşiri olan Risale-i Nur dayanabilir ve onun metin, sarsılmaz, sebatkâr, halis, sadık, fedakâr şakirtleri mukavemet edebilir. Öyleyse, her şeyden evvel onun dairesine girmeli, sadâkatle, tam metanet ve ciddî ihlâs ve tam itimadla ona yapışmak lâzım ki, o acip hastalığın tesirinden kurtulsun.5
Dipnotlar:
1- Kastamonu Lâhikası, Sayfa 53.
2- Şuâlar, Sayfa 259.
3- Tarihçe-i Hayat, s. 19 / Asa-yı Musa, Sayfa 254.
4- Sözler, s. 444-445.
5- Kastamonu Lâhikası, Sayfa 74.