Hasan El-Benna ile Seyyid Kutub (rahimehumullah) gibi zatların şehid edilişlerine hangi Müslüman yanmaz ki?
Fakat usule gelince, yine Hakk namına, Emirdağ Lahikasındaki İsa Yusuf’un mektubunu gösteriyoruz. Sovyetlerin dağılmasında alevlenen bağımsız Çeçenya mücadelesinde halkının ümidi olmuş bir Cevher Dudayev vardı. Bu kahramana yanmayan kaç Müslüman bulabiliriz ki? Yine, onun yoluna ve metoduna yapılan itirazları sessizce bağrımıza gömmüştük. Filistin ve Kudüs meselesinde, Arap Baharında – bize göre- yanlış vaaz ve fetvalarıyla bilinen Yusuf El-Kardavî’yi de hatırlarsınız. Katar’da vatan hasreti içinde irtihal etti. Dedik ya, üzerlerinde hakikati görmemizi engelleyen örtülerle yüzlerce hadise… Kendileri hâdî, kendileri şehid ve kendileri kahraman… Fakat gittikleri yolun yanlış olduğunu ümmetin muhakkikleri söylüyorlar.
Gazze meselesine gelince… Burada hakikati görmemizi perdeleyen örtülerin varlığını, maalesef yazarlarımız ve gazetecilerimiz göster(e)miyorlar. Önce sorularla başlayalım:
“Filistin meselesinde mücadele verenlerin arasına giren nifakı kim sokmuştu?”
“Bu mesele ile ismi ve hayatı özdeşleşmiş Arafat’a karşı çıkan müfritler kimlerdi?”
“Müslüman bir Filistin için cepheyi ısıtan HAMAS’ın mahiyeti neydi?”
“Dünya kamuoyu Filistin’in bağımsızlığını konuşurken Gazze’de ve Refah’ta eylem yaptıranlar kimlerdi?”
Belki yirmi, belki de daha kırk soru… İran Şia’sının hilâfet cephesiyle İhvan’ın siyasî kanatlarının HAMAS’ta ittifakları, Filistin meselesinin çözümünü zorlaştırdı.
Filistin davası, siyasette istismar edilmeyecek kadar ulvî, şehid kanlarıyla yıkanmış ve Hıristiyanlık âleminin de desteğini arkasına almış yüksek bir dava idi. Hem Mısır İhvan’ı, hem İran Şia’sı, hem de Türkiye Siyasal İslâm’ı, bu gerçeği nazara alamadılar. En başta, Filistin’deki düşman telâkkileri yanlıştı. Hıristiyanlarla Yahudîleri aynı cephede toplayacak kadar yanlış bir strateji. ABD’deki ve AB’deki Filistin lehindeki aktivizmi, efkâr-ı ammeyi ve buralardaki hakperest ehl-i mektebi bilmiyormuşçasına, zahiren cahilce bir yaklaşım… Batı’daki “İki Avrupa”yı bilmeyenler, semavî tüm dinlere düşman küresel ihtilâlci Marksistleri İsrail veya Batı ile özdeşleştirenler, ABD’deki mutaassıp Hıristiyanları İsrail’in dindar Yahudîleriyle aynı çizgide görecek kadar Hıristiyanlık dünyasından habersiz bir Filistin telâkkisi yanlışı, Gazze’deki katliama kapı araladı…
Bize göre bu müfrit siyasetçi Müslümanlar Bediüzzaman’ı dinlemeliydiler… İhvan-ı Müslimîn, Kral Faruk’u devirmek için General Necip ile anlaşırken, Afyon zindanındaki Bediüzzaman, talebesinin sorusuna verdiği cevapta:
“Yahudî milleti hubb-u hayat ve dünyaperestlikte ifrat ettikleri için, her asırda zillet ve meskenet tokadını yemeye müstehak olmuşlar. Fakat bu Filistin meselesinde; hubb-u hayat ve dünyaperestlik hissi değil, belki enbiya-i Benî İsrailiyenin mezaristanı olan Filistin, o eski peygamberlerin kendi milliyetlerinden bulunması cihetiyle, bir cihette bir ehemmiyetli hiss-i millî ve dinî olmasından, çabuk tokat yemiyorlar. Yoksa, koca Arabistan’da az bir zümre hiç dayanamayacaktı, çabuk meskenete girecekti…” diyor. (Şualar, s.435)
Yahudî milleti de ikiye ayrılmıştı: Dindarlar ve milliyetçiler bir tarafta, dinsizlik cereyanını Kuzey Avrupa’dan başlatan ve bütün semavî dinleri kendi küresel Marksist hegemonyasına ve Bolşevik ahlâkına engel gören ikinci Yahudîler bir tarafta… Bu ikinci kısım, söz konusu inkâr-ı ulûhiyet cereyanının ekserisini teşkil ediyorlar (Hadis-i Şerif). Kendilerine “Aşkenaz” diyorlar. Marx başta olmak üzere; Troçki, Lenin, Vera Schmidt, Freud, Popper, Hayek, Jung, Kissinger, Leo Straus ve daha binlerce feylesof, siyasetçi veya tüccar; bu dinsizlik hareketini küresel ölçekte organize edip millî devletlere müdahale ediyorlar… İçinde bulunduğumuz dönemin önemli Yahudî figürlerinden bahsetmiyorum… Robert Kagan, Bayan Nuland, Daniel Pipes, Klaus Schwab, Sarkozy, Merkel, Macron ile AB’ye çöreklenmiş diğerlerinden bahsetmiyoruz… Bütün bunları zamanın çizelgesine yerleştirdiğimizde, Filistin’deki veya İsrail’deki savaşın; küresel hegemonyacılarla semavî din ve ahlâkı kabul edenler arasında cereyan ettiğini rahatlıkla görebiliyoruz. Tıpkı Ukrayna’da bir buçuk milyon Ortodoks ve Protestan Hıristiyan’ın hayatına malolan Ukrayna Savaşı gibi…
Netice-i Kelâm: Gazze kanayan yaramızdır. Organizasyonu deccaliyete aittir ve kaybolan hayatlar bizimdir, orada… Rehineler… Kassam Tugayları… Katar bilmecesi… Ve daha neler neler… Araştırılacak o kadar husus var ki… Gazze’de hayatlarını verenleri, dışarıdan bağıranlar anlayamazlar… Evlâdını kucağında Siyonist kurşunu ile, ailesini ise Neocon bombalarıyla kaybeden babaları hiç anlayamayacağız. Zira efkâr-ı ammenin hakikatleri anlaması perdeleniyor.