Vahdet-üş Şühud meşrebi ile Vahdet-ül Vücud meşrebi arasındaki farkı Üstadımız nasıl izah etmiştir?
Mesnevî-i Nuriye’de bu meşreblerin arasındaki fark şöyle izah edilir: “Ehl-i vahdet-üş şühudun meşrebi, fark ve sahvdır. Ehl-i vahdet-ül vücudun meşrebi mahv ve sekirdir. Safi meşreb ise, meşreb-i ehl-i fark ve sahvdır.”
Vahdet-i vücut ehli, Tevhidde istiğrak halinde bulunduğundan manevî bir sarhoşluk haleti içinde kâinatın vücudunu derk edememektedir. Binaenaleyh eşyanın varlığını yok saymaktadır. Halbuki eşyanın hakikati olduğu Nur Külliyatı’nın çeşitli yerlerinde izah edilmektedir. Meselâ Sözler Risalesi’nde eşyanın hakikatının Esma-i İlâhî olduğu şöyle beyan edilmektedir: “Bütün mevcudatın hakaikı, bütün kâinatın hakikatı; Esma-i İlâhiyeye istinad eder. Herbir şeyin hakikatı, bir isme veyahut çok esmaya istinad eder. Eşyadaki sıfatlar, san’atlar dahi, herbiri birer isme dayanıyor.” Ve Mektubat Risalesi’nde “O hakikî esma dahi, hakikî âyineleri iktiza ediyorlar.” ifadesi yer almaktadır. Vahdet-ül Vücud mesleğinde ise cezbe ve sekir olduğundan eşyanın hakikati anlaşılamamaktadır.
Vahdet-i Şuhud mesleği ise “La Meşhude İlla Hu” demektedir. Yani görülen , işitilen ve hissedilen her şey Allahu Teâlâ’dandır diyerek mahlûkatın vücudunu inkâr etmemektedir. Yani Vahdet-i Şuhud meşrebi, sahve ve fark ile, yani yaratılmış olan varlık âleminin bilincinde olarak Allah’ın vahdetini anlamaya gayret etmektedir. Bu meşreb her görünende Allah’ı müşahede eder gibi eşyaya nazar eder. Vahdet-i Vücud meşrebinden farkı şudur ki mahlûkatı yok saymadan, sadece masivanın unutulması gerektiğini baz alan bir görüştür.
Bediüzzaman Hazretleri bu meşrebi Mesnevî-i Nuriye’de şöyle özetler: “Vahdet-üş Şühud halkı ise, bütün mevcudatı, -kürek cezalılar gibi- nisyan zindanında ebedî hapse mahkûm ediyorlar.” Burada kürek cezalılarına benzetilmelerinin sebebi ise, eski zamanda gemilerde kürek cezalıları olduğu ve bu kürek cezalıların odalara kilitlenerek, gemidekiler tarafından unutulmaları gibi eşyayı nisyana sürükleyenlerin de buna benzedikleri aktarılmaktadır. Vahdet-i Şuhud meşrebi de masivayı ve kâinatı nisyan odasına kilitlemektedir. Zira bize unutturacak olan her şeyi unutmakla ancak, daimî huzurun kazanılabileceği görüşündendirler. Burada masiva; Vahdet-i Vücud mesleğinin görüşünde olduğu gibi Allah ile kul arasında huzuru bozucu görüldüğünden devre dışı bırakmaya gayret edilmektedir. Bununla beraber Vahdet-i Şûhud mesleğinin, Vahdet-ül Vücud’a göre daha daha selâmetli bir yol olduğu nakledilmektedir. Vahdet-ül Vücud meşrebi ise umumi bir cadde olmadığından vartaları bulunmaktadır.
Risale-i Nur mesleği ise sahabe mesleğindendir. Çünkü her şeyde Cenâb-ı Hakk’a açılan marifeti elde etmeye yol bularak tevhid-i hakikiye ulaştırmaktadır. Zira tahkiki imana menfez açan tefekküri dersler ile bu iki meslekten de üstün bir mertebede olduğunu ispatlamaktadır.