Bazı kelimelere şüphe ve tereddütle baktığımızı biliyoruz. Yeni, yenilikçi, modern, değişim ve dönüşüm gibi; mevcudun şeklini, ritüelini, yapısını veya mahiyetini değiştirmeyi amaçlayan kelimelerin bizdeki negatif çağrışımının sebeplerini düşünenler, belki de köklerini iki-üç yüz yıl öncesinde aramak durumunda kalacaklar. Söz konusu menfi mana, aydınlanma döneminden sonraki Avrupa’nın uğradığı değişim ve kuvvete dayanan bu maddeci kuvvetin bize dikte ettirdiği “değişimlerden” geliyor da olabilir. Değişimi hep menfi görmemişiz. Fakat hüküm ekseriyete göre verilir. İslâm dünyasının temsilcisi Osmanlı’ya bilinçli bir tarzda dayatılanların çoğu, bünyemizde ters tepki yaptığından, millet olarak yenilikçiliğe veya moderniteye ön yargılı olmamız normal sayılmalı.
Değişimin, bu dünya hayatımızda bir kanun olduğunu da biliyoruz. Her şey kemale doğru ilerlerken “değişerek” olgunlaşıyor. Belki de zerreden güneşlere kadar… Göz ile görülemeyen bir mikropçuktan gergedanlara, atomlardan galaksilere değişimin bir terakki kanunu olduğunu biliyoruz. Bu fıtrat kanununu karşısında yaratıcıyı inkâr eden felsefe ile semavî dinlere inananların duruşu, “değişime” itikadî bir mana yüklüyor. İnkâr ile iman kadar birbirinden farklı manalar… Bediüzzaman Hz.leri Risale-i Nur tefsirinde mütemadiyen Kâinat ile Kur’ân’ı iç içe iki kitap halinde nazarlarımıza takdim eder. Büyük kitap ve Kur’ân… Bu iki kitabın da aynı kâtip tarafından yazıldığını, fakat yazı ve harflerin değişikliğini anlatır. Yaratıcıyı elde ettiği ilimlere dayanarak inkâra kalkışan Batı felsefesinin yalnızca Kur’ân’ı değil, kâinat kitabı ve içindeki yaratılış kanunlarını da inkâr ettiğini çoğu kez unuturuz. Ellerindeki imkânlar, teknolojik gelişmeler, servetler ve servet ile dayandıkları kuvvetlerle hem Kur’ân ile ve hem de “yaratılış kanunlarıyla” mücadele etmekte olan farklı bir medeniyetle karşı karşıya kaldığımızı esas almadığımızda, hükmen mağlûp oluruz. Bilhassa dünyamızın yaşadığı son iki harp ve devamındaki bütün musîbet ve afatlarda –corona dâhil- bu tahripkâr cereyanın rolünü insanlık olarak aramak zorundayız. Okuyucularımızın bizden daha aşina ve hatta iyi bildikleri bu konuyu bir tarafa bırakıp tekrar değişim meselesine gelelim.
Bizim “değişim veya yenicilik” gibi mana ve hareketlere karşı ön yargımız, Batı felsefesinin bu kelimeye yüklediği mana veya bu kostüm ile yaptığı tahribatlarından da gelebilir. Kötü niyetiyle el attığı her meseleyi hem fıtrata ve hem de İslâmiyet’e aykırı bir şekilde bozan bu anlayışa karşı insanımızın “yenilikçiliğe ve değişime” şüphe ile bakmaları belki de faydalarınadır. Zira araştırma ve tahkik fırsatı verecektir, bu şüpheli duruş… Risale-i Nur Talebeleri Avrupa’ya karşı ön yargılı değildirler. İnsaniyetin yanında ve karşısında olmak üzere iki Avrupa’yı da Bediüzzaman’dan güzel ders almışlardır. Ve dünya medeniyetinin, barışının, refahının ve teknolojisinin “Hz. İsa’ya (as), insanî değerlere ve fıtrat kanunlarına inanmış Birinci Avrupa olmadan olmayacağına inanırlar. Yenilikçiliği ve değişimi tahribat projelerinde “slogan“ olarak kullanan materyalistlere karşı Kur’ân talebelerinin aynı manaya gelen “tecdid”i izah ederek; değişim ve yenilik kelimelerinin de Kur’ân’a ait olduğunu isbat etmeleri her zaman mümkündür.
Allah, Kur’ân’ı bize Hz. Cebrail (as) ile Efendimize (asm) gönderdiğini ve onu kıyamete kadar koruyacağını haber veriyor. İşte Hz. Osman (ra) zamanındaki Kur’ân ile günümüzde yaklaşık iki milyar evde bulunan Kur’ân’lara kadar. Hiçbir değişiklik söz konusu değil. Elimizdeki Kur’ân’ı bize gönderdiği ilk günü gibi koruyacağını vadeden Allah, aynı vaadini Kâinat kitabı için de yapıyor. Oradaki kanun ve kuralları değiştiremeyeceğimizi çok âyetlerle bildiriyor. İşte Kur’ân’a düşmanlığını gizlemeyen ve Avrupa üzerinden dünyaya müdahale eden bu dinsiz medeniyetin “yenilik ve değişim”den anladığı ile Kur’ân talebelerinin anladıkları o kadar farklı ki… Kur’ân ve Kur’ân’ın tercümanı öyle bir zirvede insanlığa seslenmişler ki, meşhur feylesof Shobel’in ifadesiyle insanlık o zirvenin eteklerine bile ulaşamadı. Allah’a inanlara göre her değişim, bizi o bala yüksekliğe bir adım yaklaştıracaktır. Adına ister tecdit diyelim, isterseniz değişim ne fark eder ki… Kur’ân’a müdahaleyi engelleyen Allah, tahripkâr dinsiz Batı medeniyetinin de dünyamıza ve kâinata müdahalesini reddediyor ve etmeye devam edecek. Müslümanların, bilhassa Nur Talebelerinin burada bir “mahiyet tanımı ve tanıtımına” giderek, insandan başlayarak da en geniş daireye kadar tahrip edenlerin kimliklerini ve özelliklerini Risale-i Nur’a göre deşifre etmeleri gerekiyor.
Bediüzzaman Hz.leri, fıtrat kanunlarına uygun hareket etmeyenlerin, zamanın çarklarınca engelleneceğini haber veriyor. Elli sene önceki hayatın içindeki Nur hizmetlerini, günümüzün teknolojisiyle çevrelenmiş hizmetlerle mukayese edenler, hiç kimsenin “değişim ve yeniliğe” karşı duramayacağını kabul eder. İlginç olan nokta ise, kıyamete yaklaştıkça “değişimdeki” açı farkı büyüyor, küçülen dünyamızın dört yanını bize sunan bir devir ile karşılaşıyoruz. Dünde, ulaşım araçlarına binerek ve saatlerce zamanımızı tüketerek ziyaretlerine muvaffak olduğumuz dostlarımızı, hemen her gün bir odaya toplayabiliyor ve onlarla sohbet imkânına kavuşuyoruz. Sınırların, mesafelerin ve hatta bazen zamanların ortadan kaldırıldığı çok değişik ve mu’cizevî bir dönemi yaşadığımızın farkında mıyız?
Elli sene önce, Risale-i Nur’a ulaşmak kolay değildi. Bulabildiğimiz kitapları, bazen günde iki yüz sahife okurduk. Dinsiz Avrupa’dan gelen şüphe ve sorulara karşı Nurlar’ın dört bir yanını hafızamıza almaya çalışırdık. Zira hayat meydanına tam teçhiz çıkmamız gerekiyordu. Peki şimdi… Bir ilkokul veya ortaokul talebesinin ulaştığı teknik ile yarım asır önceki zamanlarımızda yüz talebenin yapacağı işi yapabilecek imkâna kavuşulmuş. Elindeki makine ile dünyanın yedi kıt’asına Risale-i Nurlar’ı neşredebilecek bir ortaokul talebesi nerede, Avrupa-Amerika’da senelerce ihtisas yapıp dil öğrendikten sonra Nurlar’ı neşredebilmek nerede…
Bediüzzaman’ın materyalist Avrupa’nın tahriplerine karşı atom bombası tesiri yapabilecek Kur’ânî fikirlerden kim haberdar ise, en büyük sorumluluklar onun omuzunadır, değil mi? Son hamleleriyle Çin halkını da esaretine alıp dünyayı ve insanlığı “kevni kanunlarıyla” birlikte tahrip etmek isteyen global dinsizliğe karşı bütün manevî silâh ve cephanenin Risale-i Nur’da olduğunu bildiği halde, kendisini “sıradan hayatını yaşamak isteyen adam” olarak telâkki edenleri bekleyen yeni dönemin özelliklerini yazmaya- inşaallah- devam edeceğiz.