Bu soruyu; Gazze, Yemen, Suriye derken, Üçüncü Dünya Savaşı’nı Tahran’a taşımaya çalışan İsrail’in; kimlerle olduğunu merak edenler, bu soruyu soruyorlar.
Cevabını arayan sual; dünya barışı, demokrasi, fıtrat ve güzel ahlâk için çırpınan bütün insanların ortak sorusu olmuş ki; meydanlarda, sosyal medyada, haberlerde ve bir kısım düşünce kuruluşların mahfillerinde yankılanıp duruyor.
Bediüzzaman bu sorunun cevabının ipuçlarını, eserlerinin çoğu yerlerinde vermişti. İngiliz milletinin karakteristik özelliklerini, siyasetindeki düsturlarını, hürriyetle sarmaladığı dehşetli istibdadını, talanlarını/hırsızlıklarını ve firavunvari enaniyetlerini satır aralarında anlattığından, bu hakikatleri, Nurları dikkatlice okuyanlar bilirler.
Gazze ve İran başta olmak üzere onlarca yerde hissedilen çatışmalardan İngiltere’yi sorumlu tutanların ekseriyeti, tarihten hareketle tesbitlerde bulunuyorlar. Ders alma ve tecrübe itibariyle, elbette tarih önemlidir. Katliamlar, gasplar, tehcirler ve üç yüz sene süren sömürgecilikler elbette önemli. Lâkin yirmi birinci yüzyıla gözlerini açan dünyamızda; savaşın, sömürünün, diktatörlüğün, nesil tahribinin ve fıtrat düşmanlığının kuralları o kadar değişmiş ki… Teknolojinin gelişmesinde, bir sene çok uzun zaman olmuş. Bunu tam okuyamayan İran âlimleri, İsrail’in F-35’leri Tahran/Tebriz semalarından bomba yağdırırken gerçeği gördüler. Dünyamızın zaman olarak “âhirzaman” vetiresine girdiğini teorik olarak bilmemizin yanında, pratik olarak da yaşayarak görüyoruz. Devletler ve milletler savaşı, küresel bazdaki sınıf savaşlarına yerini bırakırken; kanlı, kirli ve cinayetlerle dolu bir tarihten dolayı Londra’nın ayakları eteğine dolaşıyor ve hâlâ eski usûl ile yürümeye çalışan İngiltere’yi âdeta maskaralaştırıyor.
İngiltere’yi doğru anlamak için; tarihî gerçekler kadar, aktüel (gizli) icraatlara, BREXIT’in mahiyetine, mevcut küresel dinsizlik cereyanlarıyla işbirliklerinin çerçevesine, AB’nin başındaki DAVOS görevlilerinin siyasetlerine, Çin-Londra arasındaki yol/kuşak projesinden önce Batı sermayesinin Çin’e nasıl kaçırıldığına ve bilhassa 11 Eylül ihtilâliyle başlayan sürece/savaşlara dair doğru bilgilere ihtiyacımız olacak. Burada, siz sevgili okuyucularımıza anahtar, tedaiye yardımcı ve bütüne götüren levhalar nev’inden bazı noktaları aktarmaya çalışacağız.
İsrail Gazze’de bebekleri katlederken dünya kamuoyu İngiltere’yi suçluyorsa, Tel Aviv’den kalkan uçaklar Tebriz’i bombaladığında bütün nazarlar “Büyük Brtitanya”ya dönüyorsa ve masum insanlar yeni teknolojinin ateşleri içinde cayır cayır yandıklarında zihinler İngilizlerin tarihteki rolleri etrafında dönüyorsa, dünya efkâr-ı ammesi artık bu mağrur milletin üzerindeki yalancı örtüyü çekmeye başladı demektir. Dünyamızın yukarıdaki hususu anlamakta geciktiğini söyleyenler haklı. Kader… AB içinde uzun süre kendisini gizlemesi, İkiz Kulelerinin yıkılışıyla birlikte BOP ile ABD’yi (Neocon-Neoliberal ittifakı) savaşlarda peşine takması ve hatta Joe Biden hükümetinde olduğu gibi; DAVOS üzerinden devşirdiği elemanlarıyla demokrasiyi ifsada devam etmesi, akıbetini geciktirdi. Fakat artık ABD’nin desteği yok… AB’nin de uzun bir süre daha Neoliberallere mahkûm olmayacağını bazı liderler göstermeye başladılar. Ankara ile işbirliklerini de gizleyemiyor. ABD başkanının Arabistan seferiyle birlikte, Londra’nın Körfez’deki şer odakları da dağılmaya başladılar. Yani Londra’dan yana, işler kesat…
İngiltere’nin AB’den niçin ayrıldığını, Yeni Asya yazmıştı. ABD işbirliğiyle demokrasi ve medeniyet projesini dağıtabileceğini düşünmüştü, Neoliberal-Neocon ittifakı çerçevesinde… Kader konuşunca, insanların plânları da işlemiyormuş. Donald Trump’ın; Kanada, Grönland ve Panama ataklarının muhatabı elbette Küreselcilerle hareket eden İngiltere’ydi. ABD başkanı, Ukrayna Savaşı’nı insaniyete ihanet olarak niteliyor. Rusları tahrik, Zelensky çetesine silâh temini ve Almanların Kuzey Akım Boru hattına sabotaj ile AB’yi yıkıma götüren siyasî iradenin, İngiltere parlamentosundan çıktığını bütün dünya biliyor.
Tekrar Ortadoğu’ya dönelim… Okuyucularımızla birlikte hakikatin altını çizelim. 1970’lerde Latin Amerika’da, 1980’lerden sonra Türkiye üzerinden Batı Asya’da ve 11 Eylül’den sonra da Avrupa’da global projelerini tüm unsurlarıyla tatbikata koyan Neoliberallerin, 1950’lerde Londra Ekonomi Mektebinde işe başladıklarını ve buradan, başta ABD’nin Chicago’suna ve diğer demokratik Batı ülkelerine dağıldıklarını bilmemiz gerekiyor.
Devam edelim, inşaallah…