Akrepten yılandan kaçar gibi, münakaşa ve niza etmekten kaçınmalıyız.
Aziz Üstadımızın emridir bu.
“Sakın sakın münakaşa etmeyiniz; casus kulaklar istifade ederler. Haklı olsa, haksız olsa bu hâlimizde münakaşa eden haksızdır. Bir dirhem hakkı varsa, münakaşa ile bin dirhem bizlere zararı dokunabilir.”1
Münakaşa etme lüksümüz olmadığı gibi, tetik çekme lüksümüz hiç yoktur. Biz kardeşimize, kusuru olsa bile diken değil, kurşun değil, gül atan insanlarız!
Hizmet yükümüz ağırdır. Altında zayıf omuzumuzu ezecek, elimizi kıracak, belimizi bükecek derecede… Risale-i Nur hizmetinin bu gün devasa öyle bir tonajı var ki… Ne yapsak az gelir! Dünyayı da yapsak, devede kulak gelir! Ahireti de yapsak, künhüne yetişemeyiz! Bu yükü birlikte kaldıracak ne kadar insan kaynağımız varsa, hepsine ihtiyacımız vardır. Bir tane bile zayiat vermeye tahammülümüz yok, lüksümüz yok, hakkımız yok, haddimiz yok, vaktimiz yoktur. Aklımızı başımıza alalım!
Bu hizmetin münhasıran ne bana, ne sana ihtiyacı yoktur. Uhuvvet ve tesanüt hukukunu çiğnediğimiz an, Rabbim bu hizmeti –maazallah- omuzlarımızdan alır! Başka, ehil omuzlara koyar! “Allah bu dini bir recul-i facirin eliyle de kuvvetlendirir.” 2
Gam yok! Hizmet bize muhtaç değil!
Bir gam varsa, o benim mağrur nefsime aittir.
“Sen ey mağrur nefsim! Üzüm ağacına benzersin. Fahrlenme! Salkımları o ağaç kendi takmamış, başkası onları ona takmış. Müzekkâ olmadığın için, belki sen kendini o recül-i fâcir bilmelisin!” 3
İnsan kaynaklarımızı kardeşçe ve hâlisane ve muhabbet içinde istihdam etmeliyiz. Bu ağır yük ancak o zaman kaldırılabilir! Yoksa sınıfta kalırız! Tercih bizim!
FIRTINALARIN TEHACÜMÜ ZAMANINDA
Aziz Üstadımız, fırtınaların tehacümü zamanında, mevcut deliklerin kapatılması gerekirken, içtihad namıyla yeni delikler açmanın dinde onarılmaz yaralar açacağı uyarısı yapıyor. Zor zamanları birlik beraberlik içinde dirayetle ve metanetle geçirdiğimiz şahs-ı manevîmizi kaygılandıracak, şevkini kıracak ve zaten de uyanık bulunan casus kulaklara ve fitneci odaklara malzeme verecek davranışlardan kaçınalım!
İHLâSIN İKİNCİ DÜSTURUNU UNUTMAYALIM
“İkinci Düsturunuz, bu hizmet-i Kur’âniyede bulunan kardeşlerinizi tenkid etmemek ve onların üstünde faziletfüruşluk nev’inden gıbta damarını tahrik etmemektir.”
Adam gökten menzille inmez! Risale-i Nur’un dirayet, istikamet, feragat ve kanaat mesleğine sadık ve sebatkâr adam olmak, bu zamanda, ateşten gömlek giymek demektir!
Biz hâkim değil, hadimiz! Hükümdar değil, hizmetkârız! Şeyh değil, lider değil, önder değil; ders arkadaşıyız! Hizmet arkadaşıyız! Dâvâ arkadaşıyız! Yanlış mı?
Hiçbirimiz kusursuz değiliz! Yanlış mı?
Marifet, kusurları serişte etmek ve ortalığı inşikakla doldurmak değildir! Rabbim lütfetmiş, bu devasa, bu nevrimizi döndürecek hizmetleri, zayıf omuzlarımıza yüklemiştir! Bize, bu Rahmanî lütfun değerini bilmek yaraşır! Birbirimizi örseleyerek, zayıf omuzlarımızı çökertmenin âlemi yoktur!
Zayıf omuzlarımız, hizmetten çöksün; ama inşikaktan, mübayenetten, kardeş kavgasından, nizadan çökmesin! Bize kavga yaraşmaz! Bize, birbirimizi, kusurlarımızdan dolayı itelemek, ötelemek, örselemek yaraşmaz!
Rehberimiz, İhlâs Risalesi’nin başında yer alan şu âyet-i celile olsun:
“Vela tenaze’û fetefşelû ve tezhebe rîhuküm”
(Nizâ’a düşmeyin. Sonra cesaretiniz kırılır ve gücünüz elden gider.) 4
Bize, her birimizin pozitif yanlarımızla oluşturduğumuz şu hizmet havuzunda, mahalden umumî şûrâya kadar meşveretlerimiz etrafında birbirimizle sımsıkı kenetlenmek yaraşır! Zındıka komiteleri ağzını açmış, aramızda bir inşikak olacak mı; ona bakıyor! Ağzının suyu akıyor!
Gelin, zındıka komitelerini değil, Üstadımızı sevindirelim!