Adana’dan Rumeysa Kaplan: “Çukurova’da İlahiyat öğrencisiyim. Günlerdir tefsir tevil meselesi tartışılıyor. Tefsirde sadece Kur’ân, Hz. Peygamberin (asm) sözü, sahabe ve tabiiunun naklinden yararlanılır. Yani zamanın kültürel şartlarından etkilenmeden yazıldığı için rivayet tefsir oluyor. Ama tevil bütün bunların yanında âlimlerin görüşüyle açıklanıyor. Bu durumda dirayet oluyor. Tefsire fikir katılmıyor, ama tevile görüş katılıyor. Aslında ikisinde de görüş yok mu? Yani insanın fikri olmadan nasıl tefsir ve tevil yazılabilir. Risale-i Nur’a tevil gözüyle bakılıyor. Ama Üstad Hazretleri bizatihi tefsir olduğunu söylüyor. Beni aydınlatır mısınız? Yani tefsir olduğunu nasıl ispat edebilirim? Sonuçta zamanın yaralarına ve sorunlarına binaen yazılmış. Ya da tefsir ve tevil farkını nasıl idrak edebiliriz?”
TEFSİR VE TEVİL KAVRAMLARI
Çok teknik tartışmalarda boğulup esas meseleyi nazardan kaçırmamak lâzımdır. Bin dört yüz yıldır Kur’ân âyetleri tefsir edilir. Bunların bir kısmına tefsir, bir kısmına tevil denmiştir. Tefsir de, tevil de esas itibariyle yorumdurlar ve tefsirdirler. Fakat tanımlarda genelde tefsirin kayırıldığını görürüz.
Meselâ tefsir için, yorumlarına Allah’ın şahit tutulduğu ilim dalı denir. Bununla kast edilen, tevilin serbest ve indî yorumlar olduğu; tefsirin ise ya âyeti âyetle, ya da hadis rivayetiyle tefsir ettiği, şahsî yorumlara girmediğidir.
Tevilde biraz bağımsızlık ve hatta ayarsızlık olduğu doğrudur.
Fakat bu demek değildir ki, her tevil âyetlerin ve hadislerin ruhundan ayrılıyor ve âyetleri keyfemayeşa yorumluyor.
Tefsirler hatasız mıdır? Bir defa tefsir için, ‘yorumlarına Allah’ın şahit tutulduğu’ iddiası maksadı aşan bir ifadedir. Öyle tefsirler vardır ki, aldığı nice sıhhatten yoksun rivayetlerle İsraliyatın kaynağı olmuştur.
Rivayetlere dayalı olarak yapılan yorumlara tefsir, rivayetlerin dışına taşarak yeni keşfedilmiş bilimsel ve pozitif bilgilerle, psikolojik ve sosyolojik gerçeklerle, tecrübelerle ve sair ilimlerle yapılan yorumlara tevil diyenler olduğu gibi; her iki türe tefsir diyenler de olmuştur. Her iki türe tefsir diyenler birincisine rivayet tefsiri, bu son ikincisine dirayet tefsiri demişlerdir.
TEFSİR DE, TEVİL DE HATADAN MASUM DEĞİLDİR
İsabetten mahrum da değildir. Bütüncül davranıp tefsirlerin veya tevillerin tamamını isabetli ya da isabetsiz diye tasnif etme lüksümüz de yoktur.
Neticede her ikisi de beşer mahsulüdür. Vahiy değildir. Rivayetlere bağlı kalana tefsir deyip, peşinen bunu doğru saymak bizi doğru sonuca götürmez. İsrailiyat meselesine rivayet tefsirleri kapı aralamıştır ve bu tam bir faciadır.
Her rivayet yorumuna tefsir deyip, dirayetli yorumları dışlayanlar İsrailiyat durumuna ne diyecekler?
Keza tevil adıyla yayınlanıp şöhret bulan nice ilk dönem tefsirlerinin dirayetli yorumlar yaptıklarını da görüyoruz.
Meselâ İbn-i Kuteybe’nin “Te’vîl-u Müşkili’l-Kur’ân”ı, Taberî’nin “Câmiu’l-Beyân an Te’vîl-i Âyet’il-Kur’ân’ı”, Maturidî’nin “Te’vîlât”ı bunlardan sadece bir kaçıdır. Birçok ulemaya göre tefsir de, tevil de aynı manaya gelmektedir.
Bir eserin tefsir mi, tevil mi olduğu elbette tartışılır. Ama kanaatimizce bundan daha önemlisi o eserin verdiği mesajın ve bilgilerin ehl-i sünnet çizgisine uygun olması ve doğru anlaşılmasıdır.
RİSALE-İ NUR TEFSİRDİR
Risale-i Nur bir tefsirdir. Yukarıda arz ettiğimiz iki kısım tefsirden ikinci kısma, yani dirayet tefsiri sınıfına girer. Ona tevil diyenler ehl-i sünnet çizgisine uymayan tek bir cümlesini olsun, göstermekle mükelleftirler.
Bununla beraber Risale-i Nur tefsirde bir müstesnadır. Alışılmış tefsirler gibi bütün âyetleri baştan sona tefsir etmemiş; asrın olmazsa olmaz ihtiyacı olan, inkâra ve tezyife uğrayan, felsefenin eğri büğrü lâflarına maruz kalan ve insanların şüphelerden kavrulduğu iman ve tevhid âyetlerini derinliğine ve bol misallerle tefsir etmiş, şüpheleri izale etmiş, fen ve felsefeyi susturmuştur, İslâm imanını ihya etmiştir. 1
Dipnot:
1- Tarihçe-i Hayat, s. 917.