“Demokratik cumhuriyetin dayanağı, hakikate dayanan kanunlar olmalıdır. Bu kanunları şeriat bize sunmuştur. Şeriatın koyduğu kanunların çoğuna hür dünya başka isim ve ünvan vererek tatbik ediyorlar. O kanunlar da şeriatın malıdır. Menfi propaganda tesiriyle, şeriat deyince cemiyette yanlış çağrışımlar olsa da, istibdadın getirdiği bulutların İslam güneşinin önünden süpürülmesiyle, hakikat güneşi açığa çıkacaktır. Şeriatın kanunları tüm milletlerin dünya ve ahiret saadetlerini temin etmeye kâfidir.''
DİZİ: Yüzde Biri Anlamak - 3
Süleyman Uçar
[email protected]
Muhabbet dili
Dil insanların fikirlerini ve hislerini karşılıklı aktarmak için kelam sıfatına mazhar en kuvvetli vasıtadır. Kalbin marifetli şefkati, aklın istikametli hikmeti dil dalında muhabbet meyvesi olarak tecelli eder. Ortak değerlerin hukukuna riayet etmek, iletişim kurmada muhabbet diline zemin hazırlar.
Kendi mesleğinin muhabbetiyle hareket edenlerde, muhabbet dili daha güçlüdür.Yalnız kendini haklı gören kişilerin dilinde adavet hakimdir.
Meşrutiyet, meşveret ve ortak aklın üzerine bina edildiğinden, birbirinin fikirlerine saygı duymak muhabbet diline vesile olur.
İstibdat; keyfiliği, tahakkümü ve fikrî bencilliği barındırdığından, kalplerde adavet ve husumet tohumu ekmektedir. Denizde ne varsa sahile onu vurur deyimi misali, kalp denizindeki istibdat, dil sahiline düşmanlaştırma ve kutuplaştırma olarak vurur.

İman hakikatlerinden mahrum kalmak, siyasi tarafgirliğin empoze edildiği kitlelerde siyaset için muhabbet ve yine siyaset için buğzetmek marazı baş gösterir. Dillerden husumet kıvılcımları saçılır, birbirinin tahribine çalışır.
Allah için muhabbet ve Allah için buğzetmek prensibinde birbirine acımak ve şefkat etmek, fenalığı için ıslahına çalışmak vardır. İmanda, geniş bir kardeşlik ruhu vardır.
Ecdadımız savaşta dahi düşmanını affedecek kadar alicenaplık göstermekle destan yazmıştır. Ne acıdır ki, aynı milletin torunları olan bizler, fitnekar siyasetin tahribiyle, değil düşmanını affetmek, öz din kardeşine bile düşmanca bakar hale geldik.
Aklı kanundur
Üstad, kanun için külli akıl tabirini kullanır. Külli akıl, kainatı yaratan Allah’ın gönderdiği şeriatın mahiyetinde mevcuttur. Beşeriyet Adem’den (as) beri dinlerle ve muallim olan peygamberler vasıtasıyla eğitim almıştır. Tarih boyunca yaşadığı tecrübelerden dersler çıkarmıştır. Son din olarak İslam’ın getirdiği esaslar beşeriyetin kıyamete kadar ihtiyacını karşılayacak kanunları vazetmiştir. İslam milletleri diğer milletlere medeniyette üstadlık etmesinden dolayı onlarda bazı faydalı kanunlar yapmışlar. Bu sebepten medeniyetin güzellikleri denilen şeyler aslı itibariyle şeriatın malıdır.

Hayatın her alanında fıtrî olarak gelişen tüm şartlara şeriatın kanunları kafi gelir. Eğer bu gelişmeler, dinin koyduğu sınırların içine sığmıyorsa o noktada din yetersiz geliyor şüphesine düşmeye lüzum yoktur. Mutlaka orada menfi cereyanların aşıladığı, müsamaha ve tiryakilikle kendimize uyarladığımız fıtri olmayan haller vardır. Dolayısıyla ifrat veya tefrite kaymış toplumlar, vasat olan dinin kurallarını görünce, kendilerine hitap etmediği şüphesine düşebilirler. Bu durumda dinde noksanlık aramak değil, kendimizde hükmeden yanlışlıkları tespitle Şeriata tarziye vermemiz lazımdır.
Demokratik cumhuriyetin dayanağı ise, hakikate dayanan kanunlar olmalıdır. Bu kanunları şeriat bize sunmuştur. Şeriatın koyduğu kanunların çoğuna hür dünya başka isim ve ünvan vererek tatbik ediyorlar. O kanunlar da şeriatın malıdır. Menfi propaganda tesiriyle, şeriat deyince cemiyette yanlış çağrışımlar olsa da, istibdadın getirdiği bulutların İslam güneşinin önünden süpürülmesiyle, hakikat güneşi açığa çıkacaktır.
Şeriatın kanunları tüm milletlerin dünya ve ahiret saadetlerini temin etmeye kâfidir. Üstad, kanunlar için Avrupa’ya dilencilik etmek kuzeye dönerek namaz kılmak gibidir, der. Burada şu ayrımı dikkate almak lazımdır. Avrupa iki olduğu için deccaliyeti tevlid eden Avrupa’nın kanunlarını almak doğru olmaz. İsevilik Avrupa’sının kanunlarında bizim de malımız olan hakikatler vardır. Onları almanın sakıncası yoktur.

Şahısların keyifleri kanun yerine ikame edilemez. Kuvvetin kanunda olması, istibdada engeldir.
Kanunu kuvvetin insiyatifine vermek zulüm getirir. Kanunların hakim olması ise fertlerin ve toplumun üzerinde müsbet tesir oluşturur. Trenin bir saniye bile gecikmeden kalkacağını bilen yolcular, kendileri de dakik olur. Dersine geç başlayan hocanın talebelerinde de o esnekliğin yansıması lakaytlık olarak tezahür eder. Hükümetin kanunlara riayet etmesi, istişare ile işleri yürütmesi de, bürokraside ve halkın her tabakasında müsbet tesir getirecektir. “İnsanlar idarecilerinin yolundadır” mealindeki hadis-i şerif, bu noktayı veciz olarak ifade etmiştir.
Allah’ın, dünyanın ve galaksilerin işleyişinde bir saniyelik bile boşluk bırakmadığını bilen insanlar, kendi hususi dünyasında da bir saniyelik boşluğa yer vermemeye gayret gösterirler.
Şahıs hiçtir
Üstad, meşrutiyetin özelliklerini sıralarken, ‘aklı kanundur, şahıs değildir’ demesinin arka planında çok önemli bir hakikati nazara verir. Tevhid inancına göre, şahıslarda bulunan kemâlâtları Allah’a vermemiz lazımdır. Şahıs onunla iftihar edemez. Biz de tevhid inancımız gereği muhatabımızda gördüğümüz güzellikleri Allah’a vermekle mükellefiz. Kusurlar bize aittir.
Tüm güzelliği Cenab-ı Allah’a veren şahıs kendine teveccüh isteyemez. Sadece kusurları kendine verdiğinden ne kadar büyük makamlarda bile olsa tevazu içinde olur. Kendi benliğini besleyecek damarlar tevhid inancıyla kesilir. Çevresindeki insanlar da aynı tevhid anlayışıyla baktığından, büyük makamlarda olanlara karşı sadece Allah namına tebrik ederler.

Hesap veren ve sorgulanan bir zeminde şahıs öne çıkamaz. Şahsın kabiliyeti ne kadar mükemmel olursa olsun hakka aittir. Sadece hizmetkârlık şerefini taşıyabilir. Ayrıca meşrûtiyet, seçilmiş heyetlerle birlikte hareket etmeyi prensip edindiğinden şahsi faziletler ortak havuza akar. O havuzdan şahs-ı manevi tezahür eder. Dolayısıyla şahsiyetçilik de ortadan kalkmış olur.
Şahıslar, şahs-ı maneviyi temsil edebilirse hizmetkâr olurlar. İstibdatta şahsın fazileti, hususiyetleri kendinden kabul edildiği için hatırlarını saymak ve ayrıcalık tanımak, onların faziletinin esiri olmak, var olan ilimlerinin taklit edilmesi müktesab hakları sayılırlar. Bu yaklaşım şahısları merkeze koyar. Herkes onun izin verdiği kadar hürriyet ve hak sahibidir. Etrafındakiler şahsa hizmetkârdır. Şahs-ı maneviler bile şahsa feda edilir.
Şahıs hiçtir prensibi, evvela şahsı ucbtan, yani ameline güvenmekten korumakla uhrevi mesuliyetten kurtarır. Şahs-ı manevileri itibarsızlaştırmaktan muhafaza eder. Şahsı, şahs-ı manevilerin içinde eritip benlikten halas eder. Devletin istibdada dönüşmesine mani olur. Meşrutiyetleri vikaye eder.
Şahıs hiçtir ifadesinden, kardeşlerimizi itibarsız görmek boyutunda anlamak da yanlıştır. Allah namına değer vermek ve hürmet etmek, muhatabımızın enesini kabartmaz. Allah’a olan hamdini artırır.
Devlet işlerinde aynı kaide geçerlidir. Büyük bir hakikate hizmet edenleri, hakikat hesabına ve büyük bir hizmete nail olduğu cihetinde bakıp tebrik etmek güzeldir. Üstadın, Zübeyir Gündüzalp ağabeye, “kainata değişmem” demesi, siyaset âleminde de Adnan Menderes’e “İslam kahramanı” payesini vermesi gibi...
Meşveret Şeriattan bir parmak inhiraf etse...
Demokratik cumhuriyet değerlerinin kazanımı çoktur. Meşveret ve şeffaflık, adalet ve denetleme gibi sistemler şahısların yetkilerini kötüye kullanmasına fırsat vermez. İstese de hırsızlık, yolsuzluk, yandaşlık yapamaz. Haram ve hileye tevessül etmeye zemin bulamaz. İstibdatta ise tek adam anlayışına her şey bina edildiği için adalet, yasama, yürütme kapalı devre yürüdüğünden, nefislerin de haram ve hileye meyletme potansiyeliyle birleşince zemin bataklığa dönüşür. Çok büyük günahlar iftiralar, aldatmalar ve hilelerin önü açılır.
İstibdadın bu özelliğinden dolayı şerlerin işlenmesine ve benliğin beslenmesine yollar açık hale geldiğinden, şeriattan fersah fersah uzaklaşmaya teşvik edici bir yönetim olur.
Üstad, Mamehuran hırsızlarını tövbekâr ve sofi eden sırrın, meşrûtiyet olduğuna dikkat çeker. Çünkü meşrutiyet açık ve şeffaf bir zemindir. Çok rahat hesap sorulur ve hesap verilir. Yanlışlığın kendisi ve müsebbipleri, karşılarında kanunun kuvvetini bulur. Herkes hakettiğini alır ve adalet de yerini bulmuş olur.
İstibdat, nemelazım başkası düşünsün dedirttiğinden, hukuklar payimal olur. Hak, kuvvet karşısında mağlup edildiğinden hamiyetkârlığı ortadan kaldırır. Hakiki fedakârları sukût ettirir.
İstibdat, ibadetlere riya karıştırmaya da zemin hazırladığından şeriattan inhiraf ettirir. Şahıslar alkışlandığı için müstebitler kendilerine serfürû edilmesini isterler. İnsanlar tüm menfaatlerini diktatörlere yakınlaşmaya bağlı görmelerinden, şeriattan fersah fersah uzaklaşmış olurlar.
—DEVAMI YARIN—