“Haksız yere idam ediliyorsun” der karısı Sokrates’e. Sokrates “Ne yani? Haklı yere idam edilseydim daha mı iyiydi?”
Ünlü bir metin olan ve her devirde geçerliliğini koruyan Sokrates’in savunmasında, insanlığın çıkaracağı büyük dersler vardır. Sokrates, devrinin en bilge adamı olmasına rağmen “Benim bildiğim tek şey, bir şey bilmediğimi bilmektir” der ve şöyle ekler: “Dünya, hiçbir şey bilmediği halde, bildiğini sananlarla doludur. Bütün kötülükler, haksızlıklar bilgisizlikten doğar. Haksızlık yapmak, haksızlığa uğramaktan daha acıdır.” Bu anlayış zannediyorum ki birçok sorunu çözerdi, şayet başarabilseydik ve haksızlık yapmaktan korksaydık.
Toplum olarak son dönemlerde büyük bir imtihan içerisindeyiz. Her kesimden insan birçok haksızlıkla karşı karşıya kalıyor. Maalesef hakkaniyet ve liyakatten uzak uygulamalarla hukuk kuralları hiçe sayılırken vicdanî değerler de çok hırpalandı. Suçlu oldukları kesinleşmediği halde insanlar ‘hain, terörist vb.’ ithamlara maruz kaldılar. KHK’larla yapılan hukuksuz ihraçlar ve aylarca suçlarını dahi bilmeden hapis yatan on binlerce kişi ve onların milyonları bulan yakın - uzak çevreleri bu uygulamalar dolayısıyla adâlete olan güvenlerini yitirdi. Böyle bir ortamda özellikle hapishanelerden gelen mektuplar ve orada yaşanan hadiseler bazı ibretlik hikâyeleri ve tarihî kıssaları hatırlattı. Şöyle bir düşünce sardı beni: Acaba hapse giren herkesi suçlu ilân etmek doğru mu? O zaman zindana atılan Hz. Yusuf’u (as), senelerce bin bir eziyet ve işkenceyle hapsedilen Üstad Bediüzzaman’ı ve birçok âlimi nereye koymalıyız?
Yaşanan süreçte herkes aynı kefeye konulup, suçlu olup olmadıkları belli olmayan insanlar yaftalanıyor. Hatta babası hapiste diye küçücük çocuklara bile zulmediliyor.
Bir zamanlar özellikle muhafazakâr kesimde çok sevilen bir roman kahramanıydı Minyeli Abdullah. Kitabı daha sonra film olarak seyirciyle buluşmuştu. Bu filmde yaşananlar günümüzdeki duruma benziyor. Mısır’da geçen hikâyede Abdullah, Kral Faruk’un zulmüne uğruyor. Tek amacı İslâm’ı anlatmak ve yaşamak olan Abdullah bu sebeple evinde toplantılar düzenliyor ve çevresindekilere faydalı olmaya çalışıyor. Fakat hükümete karşı bir ayaklanma içerisinde olduğu iddiasıyla hapse atılıyor ve suçlu olmadığı halde bir cani gibi muamele görüyor. Ama o haldeyken bile Allah’tan başka kimseye boyun eğmemeye kararlı bir şekilde oradaki suçlulara da dini ve Allah’ı anlatıyor. Bir süre sonra en azılı suçlular bile uysallaşıyor ve mü’mince tavırlar sergilemeye başlıyor.
Filmi seyrederken Bediüzzaman ve talebelerini simgeleyen Minyeli Abdullahların her dönemde var olduğunu düşündüm. Özellikle meş’um 15 Temmuz darbe girişiminin ardından OHAL sürecinde suçlu suçsuz demeden hapse atılan insanlar geldi aklıma. Hepimizin tanıdığı, akrabası, arkadaşı olan öyle insanlar ihbar veya iftirayla kurban seçildiler ki onların o zindanlarda olmasına kimse anlam veremiyor. Sonra Hz. Yusuf’u hatırladım. O da bir iftiraya kurban gitmişti. Ve zindanı kurtuluş olarak görmüştü. “Yusuf: Rabbim! Hapis bana, bunların çağırdığı şeyden daha sevimlidir. Eğer beni onların tuzaklarından korumazsan, onlara meylederim ve cahillerden olurum” dedi. Rabbi duâsını kabul etti ve onu onların tuzaklarından korudu. Bütün bu delilleri görmelerine rağmen, onu yine de bir süre hapsetme gereği duydular.”(Yusuf Sûresi, 33-35. âyet) Hz. Yusuf kıssası da işte bu yüzden bizlere ibretlik bir mesajdır. Zamanın Mısır yöneticilerinin keyfi uygulamalarının neticesi olarak, suçsuz olduğu halde Yusuf Peygamber de hapse atılır. Aslında hapse atılması, hakkında hayırlara vesile olacaktır. Bu hayırlardan biri zulmün odağı hapishaneyi vahyi yayma merkezi olarak kullanmasıdır. Bu zamandan sonra hapishaneler artık Medrese-i Yusufiye olarak anılmaya başlar. Bugün elimize geçen birçok mektupta hapishanede uhuvvet ve kardeşlik ortamının arttığı, ibadet ve okumaların hız kazandığı belirtiliyor. Umarım zulme uğrayan masumlar haklarında belki de hayırlı olan bu fırsatı en güzel şekilde değerlendiriyordur.
Bize düşen ise darbecileri lânetler ve onların katlettiği 15 Temmuz Şehitleri’ni rahmetle yad ederken, darbeyle mücadele gerekçesiyle ilân edilip o sınırı aşan OHAL uygulamalarının masum ve mağdurlarını da unutmamak olmalı.