Daha ellerimizi bağlar bağlamaz, kimi kolunu kaşımaya başlıyor, kimi boynunu.
Kimi alnını yere koyarken gömleğinin kolunu düzeltir, kimi rükûdayken pantolonunun paçasını çekiştirir. Secdeden doğrulurken “ah”lar, “vah”lar, “aman aman”lar duyulur. Eller yine sağa sola savrulup kaşıyacak bir yer bulur. Sanki namaz, âlemlerin Rabbine yöneliş değil gibidir.
Zoraki, derdest edilmiş, ister istemez huzura çıkarılmış bir hâlimiz var. Gönülsüz, yahut tekrarın verdiği alışılmışlık ve umursamazlıkla ellerimizi “Allahu Ekber” diyerek kaldırmamızla bir bakıyoruz ki, “Rabbena”ya gelivermişiz. Sanki cami yanıyormuş gibi, alelacele bir hâle gelmiş namazlarımız. Sonra da “Namaz da aradan çıktı” deriz. Aradan çıkarılması gereken bir iş gibi…
Oysa bu hâl, sadece bir bedensel refleks değil, ruhsal bir kayıtsızlıktır. İnsan, neye dikkat verirse ona kıymet biçer. Bizim kaşınan yerimiz beden değil, aslında kalbimizin sabırsızlığıdır. Huşûsuzluk, bir nevi ruhun huzursuzluğu, iç disiplinsizliğidir.
Düşün ki bir padişahın huzuruna çıkıyorsun. Orada elinle mi oynarsın, yoksa sükûnetle, saygıyla mı durursun? Biz ise Âlemlerin Rabbine, Hâlık’ına yönelmişiz, ama farkında değiliz.
Kitab-ı Mukaddes’te dahi defalarca “Namazınızı dosdoğru kılın”¹ yazmasına rağmen, bizde bu kadar hafife alınması anlaşılır gibi değil.
1400 yıl önce Resûlullah’ın (asm) ikaz ettiği, ‘yem yiyen tavuklar’ gibiyiz. Tadil-i erkân’ın ne yanından geçiyoruz ne de yöresinden. Âhirzamanın debdebesi ve velvelesi içinde, kısalan zamanın aceleci Müslümanlarıyız.
Oysaki tadil-i erkân sadece şekil değil, edep dilidir. Çünkü namazda şekil, ruha nizam kazandırır. Her rükûn bir teslimiyet, her sükûnet bir edeptir. Tadil-i erkân, namazın bedenle yapılan tefekkürüdür.
Bilhassa İslâm davasını gaye edinmiş insanların bu inceliğe sıkı sıkıya riayet etmesi gerekmez mi? Allah’ın huzuruna ciddiyetle durmayan, insanların huzurunda nasıl vakar taşıyabilir? Namazdaki özensizlik, davadaki ciddiyeti de kemirir. Zira namaz, bir müminin Rabbine olan saygısının aynasıdır. Bizim Rabbimiz karşısındaki laubali hâlimiz bir askerin komutanının karşısındaki duruşu ve ciddiyetinden daha mı aşağıda olmalı?
Namaz, yalnız ferdî bir kulluk değil, kâinatı kuşatan ubudiyet hakikatinin insanda ferdî bir cilvesidir. Kıyamda insan, bütün mahlûkatın Allah’a yönelişini; rükûda, varlıkların boyun eğişini; secdede ise, kâinatın sükûnetle Rabbine kapanışını kendinde toplar. Böylece namaz, insanın iç âlemindeki dağınıklığı toparlayan bir merkez olur; hem ruhu, hem kâinatı birleştiren bir ibadet hakikatine dönüşür.²
Böyle bir hakikati lâkayt şekilde yapmak, ibadetin değerini indiren bir gaflettir. Namazın ruhunu kaybeden, kendi iç nizamını da kaybeder. Kıyamda disiplin yoksa, hayatın her alanında da disiplin kaybolur. Rükûda ciddiyet yoksa samimiyette de ciddiyet kaybolur. Secdede teslimiyet yoksa kalbi de teslimiyetten uzaklaşır. Çünkü namaz, sadece bir borç değil, insanın istikametini düzelten bir şiracedir.
Namaz düzgünse hayat da, din de düzgün olur; namaz savruksa, her şey darmadağınık bir çizgiye döner.
Dipnotlar;
1- Bakara 143 / Nur 56 / Ankebut 45 (Bazıları)
2- Risale-i Nur 4 söz / 21. Söz 1. Makam