“Zulmedenlere en küçük bir meyil göstermeyin; yoksa size de Cehennem ateşi dokunur.” (Hûd Suresi: 113.) Bu ayet-i kerimeyi her okuduğumuzda içimizde bir ürperti, bir silkeleniş oluyor mu sahiden? Yoksa kulaklarımız alıştı mı bu İlâhî ikaza? Okurken ruhumuz titriyor mu, yoksa geçip gidiyor muyuz satırların üzerinden?
Çevremize bir bakalım: En küçük daireden (aile, komşu, iş yeri) en büyük daireye (devletler, uluslararası sistem) kadar her yerde zulüm, haksızlık, adaletsizlik kol geziyor. Kimin kime yaptığı önemli değil; zulüm zulümdür. Müslüman bir fert olarak bu manzarayı Hûd Suresi’ndeki 113. ayetin ışığında değerlendirdiğimizde ne görüyoruz?
Görüyoruz ki zulüm yapmak bir yana, zulme rıza göstermek bile zulümdür. “En küçük bir meyil” ikazı o kadar keskindir ki, sessiz kalmak, başını çevirmek, “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” demek, tarafsız kalmak gibi görünen her tavır bizi ateşin içine çekebilir.
Efendimiz (asm) çok net çizmiştir ölçüyü: “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır.” “Bir kötülük gördüğünüzde elinizle düzeltin; buna gücünüz yetmezse dilinizle; ona da gücünüz yetmezse kalbinizle buğzedin; bu ise imanın en zayıf mertebesidir.” Bu hadisler bir temenni değil, bir emirdir. Müslüman, bu ölçüyü her an, her şartta, kimden kime yapıldığına bakmadan uygulamak zorundadır. Zulmü “hoş görmek,” “anlayış göstermek,” “zamanı değil” diye ertelemek, kişiyi zulme ortak kılar.
Bediüzzaman Hazretleri Asâ-yı Mûsa’da “ez zâlimîne, ez zâlimîne” diye tekrar tekrar tehditleri hatırlatır. Bu asrın emsalsiz zulümlerini Âd, Semûd, Firavun kavimlerinin başına gelen semavî ve arzî musibetlerle karşılaştırır. Depremler, kuraklıklar, salgınlar… Bunlar sadece tabiat olayları mıdır? Mazlum ehl-i imana ise Hz. İbrahim’in ateşten, Hz. Mûsâ’nın Firavun’dan kurtuluşuyla teselli verir. Demek ki zulmün bir hesabı, mazlumun bir necâtı vardır; yeter ki mazlum tarafında duralım.
Zulme karşı dik durmak bedel ister. Bütün peygamberler bedel ödemiştir. Sahabe-i Kiram, müçtehidler, müceddidler, insanlık için mücadele edenler… Hepsi hapis görmüş, sürgün edilmiş, işkence çekmiş, şehid olmuşlardır. Bugün Gazze’de direnen insanlar da aynı çizginin devamıdır. Yıllardır bombardıman altında, açlık ve susuzluk içinde olsalar da zulme boyun eğmediler. Bedel ödediler, ödemeye devam ediyorlar. Ama insanlığın vicdanında taht kurdular. Onların direnişi, tarihin her devrinde zulme karşı duranların zaferiyle aynı zaferdir.
Evet, zulme karşı durmak bireyi ve toplumu rahatsız eder, bazen yalnız bırakır, bazen hapse attırır, bazen can alır. Ama tarih şahittir ki, toplumların ilerlemesini sağlayanlar hep bu bedel ödeyenlerdir. Öyleyse soralım kendimize: Biz nerede duruyoruz? Zulme meylediyor muyuz? Sessiz kalarak dilsiz şeytan mı oluyoruz? Yoksa “elimizle, dilimizle, kalbimizle” gerektiği yerde tepki mi veriyoruz?
Unutmayalım: Ateş, sadece zulmedeni değil, zulme en küçük bir meyil göstereni de yakar.
Rabbim hepimizi zulme karşı dimdik duran, mazlumun yanında yer alan kullarından eylesin.