Modern(!) hayat tarzı, insanı özellikle de kadınları evinden dışarı çıkmaya dâvet ediyor.
Tüketimi merkeze alan bir hayat modeli, her gün daha cazibelisi eklenen alış veriş, eğlence mağazalarını da adeta hayatın “kıble”si durumuna getiriyor.
İnsanlar, kadınıyla erkeğiyle, “Çalış, tüket, lüks yaşa! Çalış, tüket…” formülüyle özellikle metropollerde sabah karanlığından, akşam karanlığına köleler gibi koşturup duruyorlar. Kim demiş kölelik kalkalı asırlar oldu diye! Bu köleliğin asırlar öncesindeki kölelikten farkı, bilerek, severek, gönüllü olarak kabullenme olsa gerek…
Merkezi ev olan hayat biçimi yavaş ve derinden kayıp, merkez nokta ev dışına taşmakta. Evler bir nevî otelleşmekte…
GÖRKEMLİ EVLER
Peki çalışmayıp evde olan “cins-i lâtif”, merkezin öneminin, kıymetinin ne derece farkında? TV karşısında saatlerce, o kanaldan bu kanala geçerken, eşinin dişini tırnağına takarak kazandıklarını hemen her yıl (showroom-sergi salonu misâli) evinde yaptığı dekorasyon değişikliklerine ve gardrob muhtevasını yenilemeye harcarken, altın ve gümüş günlerinde gününü gün ederken merkezin ehemmiyetinin ne derece bilincinde?
Merkezî nokta, o tarz hayatlarda da kaymaya başlamamış mı?
SERSEM KOMUTAN…
Merkezi zayıf bırakan komutanın hikâyesini bilirsiniz.
Düşman kimi cephelerde kendisine katıldığı halde, merkez kuvvetlerini sağa sola dağıtıp, merkezi zayıflatan ve neticede az bir düşman askerine yenilen sersem komutan örneği, bizden çok da uzak değil. Sabır, şükür, kanaat, iktisat, Sünnet-i Seniyyeye tâbî olmaya çalışma gibi manevî destekleri önemsemeyip türlü çeşit hazların peşinde sağa sola dağıtan günümüz insanı, kendi merkezinden sağlığından, evinden ve ailesinden vurulmakta…
HÜLÂSA
Oysa ki, evimizin, ailemizin sığınağımız ve hayatımızın merkezi olduğunun bilincine varıp merkezin kıymetini bilmemiz, boş bırakmamamız gerekiyor.