Yaşadığımız şu günlerin en belirgin vasıflarından, en hissedilen duygularından birisi de güvenin azalması, şüphenin, belirginsizliğin, karamsarlığın çoğalmasıdır.
Bir çok kimse, kendini toplumun içinde değil, kenarında hissediyor, hissettikçe yalnızlaşıyor ve yabancılaşıyor. Bu yalnızlığı yenmek için de insan olanca gücüyle kendi dünya görüşüne, alt kültürüne, siyasî taraftarlığına, güçlü bir biçimde bağlanarak, toplumun diğer kültürlerine, dünya görüşlerine güvensizlik gelişiyor.
Menfî siyaset bu yalnızlığı ve yalnızlığın çaresini fanatik bir taraftarlık veya başkasını yok sayan anlayışla tatmin etmeye çalışanlara en cazibedar bir sığınak, en güvenli bir liman gibi görünüyor.
Biz duygusu, ortak kültür ve değerler anlayışı çöküyor ve yerini çok titizlikle korunan kimlikler alıyor. Daha öz bir ifadeyle insanlar kendini tehdit altında hissettikçe, ideolojik kimlikler, fanatizm, kamplaşma, ötekileştirmeler daha da parlıyor, depreşiyor. Çünkü sığındığı saçağın altında kendisi gibi olanlarla gücünü birleştiriyor ve yabancı olanı, ondan olmayanı dışarı atıyor.
Sonra da gücün cazibesi, çekiciliği ve üstelik zayıflıkları liyakatsizlikleri, hamlığı örten ve tatmin eden duygusu ile güç zehirlenmelerine, güç körlüklerine yakalanıyor.
Saçakları altına sığındığı bu gücün gücü ile güya daha emniyetli, daha güvenli ve daha üstün olduğuna inanıyor. Oysa temelde yatan asıl nokta güvensizlik, emniyetsizlik ve korkular oluyor.
Özellikle güç körlüğü yaşayanlar, gücün zehirlenmesine yakalananların en temel hastalığı siyasî bir güce yaslanması ve hatta siyasetin bizzat kendisinin bu güç körlüğüne düşmesi ve beraberindeki müntesiplerine de aynı hastalığı bulaştırmasıdır. Zira menfî siyasetin paraya hükmetmekten başka bir niyetinin olamadığı, bunun için de her türlü yolsuzluğun, yozlaşmanın değerleri alt üst ederek çiğnemenin mübah sayıldığı bir güç algısı ve bu gücün saçakları altına sığınanların da sağlam kalabilmesi, yozlaşmadan şahsiyetini koruyabilmesi ne kadar mümkün olacaktır.
Bugün, dindarların konuşulduğu bir Türkiye’de, dindarların yönettiği bir ülkede, dindarların günahları, başka dindarların günahlarıyla onarılmaya, kapatılmaya çalışılıyor. Eleştirilen yanlışların başka suret giymiş şeklini, bugün başka ve üstelik gücü elinde tutan dindarlar yapıyor.
Yıpratılan kavramlar, kirletilen değerleri temizlemek için bir fırsat yakalayan gücü elinde tutan dindarlar, maalesef aynı kirlenme aynı yıpranma ve hasım kabul ettiklerinin pis silâhlarıyla silâhlanma yanılgısına düşmüş bulunuyor.
Oysa bu bizim için bir fırsata dönüşmesi gereken bir durum iken, aynı kuyuya düşmekten kendini alamayanlar, dine en büyük zararı, dine en büyük zarar verenlerle mücadele ederken yapıyorlar.