Hal eklerinin alışılmışın dışındaki kullanımları üniversite yıllarında dikkatimi çekmişti.
Hocalarımız yazılılarda Köktürk, Uygur veya daha başka bir lehçenin / dönemin metinlerinden cümleler verip kelimelerin tahlilini isterlerdi.
Kelimeleri kök ve eklerine ayırıp eklerin adlarını yazmak pek çok talebenin müşkülüydü. Metindeki yazılışlarıyla (İlligig ilsiretdimiz kaganlıgıg kagansıratdımız. Tizligig sökürtimiz başlıgıg yüküntürtimiz [Devletliyi devletsiz, kağanlıyı kağansız bıraktık. Dizlilere diz çoktürdük, başlılara baş eğdirdik] ) yabancı bir dil gibi görünen kelimelerin o cümledeki anlamını bileceksin, sonra da kelimeyi kök ve eklerine ayırıp eklerin adını, fonksiyonunu yazacaksın…
İşte bu tür sorularda bir ciddî müşkülât ek nöbetleşmesindeydi. Görünüşte yönelme hâli (datif) var karşınızda ama metin içinde o ek için datif (yönelme hâli) yazdın mı soru gitti. Çünkü görünüşte yönelme hâli fakat siz “datif” dedikten sonra parantez açıp “ayrılma hâli (ablatif) fonksiyonunda” demelisiniz. Şahin görünümlü Serçe gibi yâni. Eskiden modifiye arabalar olurdu ya hani; öyle işte. Yönelme hâli görünümlü bulunma hal eki.
Normal şartlarda her hal ekinin kendi belirttiği anlam istikametinde kullanılması beklenirken Türk dillerinde hal ekleri arasında “nöbetleşmeler” (birbirlerinin yerine kullanılma) görülmekte.
İşte Nurlarda da bu kadim gelenek bir şekilde yaşatılmış, hal eklerindeki nöbetleşmenin orijinal misalleri Risâlelerde arz-ı endâm etmiştir: “...temaşasında doyamayız.”, “Terakkiyat-ı maneviyemde engel olmuştu.”, ” Eskide bazı sual etmiştiler.” , “…şekvâ yerinde binler şükrettirdi.” ,” Her şey senin malûmatında münhasır değildir.” gibi.
Bu inceliği bilmeyen bazıları, Nurlarda anlatım bozukluğu olduğunu iddia etmişlerdir.
Bu tür iddialara cevabı Zübeyir Ağabey vermiş aslında.
“Risâle-i Nur'da müstesna bir edebiyat ve belâgat ve îcaz; nazirsiz, câzib ve orijinal bir üslûb vardır. Evet, Bediüzzaman, zâtına mahsus bir üslûba mâliktir. Onun üslûbu, başka üslûblarla müvâzene ve mukáyese edilemez. Eserlerin bazı yerlerinde, edebiyat káidesine veya başka üslûblara nazaran pek münasib düşmemiş gibi zannedilen bir noktaya rastlanırsa, orada gayet ince bir nükte, bir îma veya ince bir mana veya hikmet vardır. Ve o beyan tarzı, oraya tam muvâfıktır. Fakat o ince inceliği, âlimler de birden pek anlamadıklarını itiraf etmişlerdir.” Sözler. S.852
Nurlarda bozuk cümleler olduğu iddiasının bir sebebi “hâl ekleri arasında nöbetleşme” denilen vâkıanın bilinmeyişidir.
Türkçedeki bu özelliği bilmeyen bir zât-ı muhterem, aşağıdaki misali nakledip “nazmına” yerine “nazmından” olması gerekmiyor muydu diyerek, Nurlarda Anlatım bozukluğu olduğu iddiasıyla çizmeyi aşmıştı.
" ..... nâmında bir destan vardı. Onun ilâhî tarzındaki tabiî nazmına rûhum hoşlanıyordu." Sözler-Lemaat
Dilimiz döndüğünce izah edelim.
Ben de Üstadımız gibi derim: “İşte sermeşk; sen de kıyas edebilirsen et!..”
Mezkür cümle Edebiyat Fakültesinde sorulsaydı, tahlil sırası sondaki (nazım-ı-n-a) “–a” ya gelince denecekti ki –a: datif/yönelme hal eki (ablatif [ayrılma hâli –den] fonksiyonunda).
Bu izah, işi bilenlere kestirme açıklama. Mânâ inceliği ise daha bir başka tabii.
Ablatif denilen –den hal ekinin Türkçe karşılıklarından bazıları “uzaklaşma, ayrılma, çıkma” hâlidir. “Ev-den çıktım, okul-dan geliyorum. Tatil-den yeni döndü.” gibi cümlelerde, bir yerden ayrılmış, uzaklaşmış olduğunuzu anlatıyorsunuz.
Peki Üstadımız “…nazmınDAN rûhum hoşlanıyordu." yerine niçin “…nazmınA ruhum hoşlanıyordu.” demiş.
Kardeşim, ruhu hoşlanıyormuş. Hoşlandığın şeyden uzaklaşmaz, ona yönelirsin. Bu sebeple yönelme hâlini kullanarak “nazmına” demiş Bediüzzaman.
18. Söz’de Üstad “Hakikaten ben de bu münâzarada Yeni Said, nefsini bu derece ilzam ve iskât etmesini çok beğendim ve ‘Bin Bârekellâh’ dedim.” diyor ya.
“Nurlarda anlatım bozukluğu var.” iftirasına iddialı bir misal olarak gösterilen cümledeki mânâ inceliğinin izahı sadedinde “bu sermeşki” hakikaten ben de beğendim.
Hâzâ min fadlı Rabbî!