Asıl hedef, milletin imanına sahip çıkan, Kur’ân’a ve ezanına dönen bir toplumsal uyanışı susturmaktı. Ne acıdır ki, bu darbenin ardından kurulan “Nurculukla Mücadele Komitesi”, bu hedefin en karanlık uzantısı oldu.
Bu komite öyle sıradan bir bürokratik mekanizma değildi. Bir avuç subay ve ideolojik kadro, Risale-i Nur hareketini “devlet için tehdit” sayarak, iman hizmetini resmî takibata aldı. Said Nursî’nin ismi dosyalarda “tehlikeli fikir adamı” olarak geçti. Nur Talebeleri fişlendi, evlere baskınlar yapıldı, yüzlerce kişi gözaltına alındı. Risale-i Nur derslerine katılmak, âdeta bir suç hâline getirildi.
Düşünebiliyor musunuz? Milletin evladı imanını öğreniyor diye devlet alarma geçiyor! Yani namaza çağıran ezan geri gelmiş, Kur’ân basılıyor, gençlik dine yöneliyor diye bir “tehdit” icat edilmişti. Çünkü bu imanî uyanış, yıllarca inkâr politikalarıyla büyümüş olan ideolojik kadroların hesaplarını bozuyordu.
Bu karanlık komitenin asıl derdi; Risale-i Nur’un sade, siyasetsiz ama derin hakikat anlatımıydı. Çünkü bu eserler, kalplerde tahkikî imanı tesis ediyor, milletin dinle barışmasını sağlıyordu. Komitenin en büyük korkusu da buydu zaten: Maneviyatın yeniden ayağa kalkması.
Ne yaparlarsa yapsınlar, Nurlar durmadı. Mahkemelerden beraat kararları çıktı. Risaleler daha fazla insana ulaştı. Çünkü bu eserler sadece kitap değildi; bir milletin manevî istikbaliydi.
Bugün Nurculukla Mücadele Komitesi yok. Ama onun zihniyetini yaşatmak isteyenler hâlâ aramızda. Kimi zaman başka maskelerle, başka kılıflarla… Fakat unutmasınlar: Bu millet, imanını kimseye teslim etmez. Risale-i Nur, bu toprakların manevî sigortasıdır.
Ve biz bir kere daha haykırıyoruz: Zalimler için yaşasın Cehennem!