Mazlumun zulme uğramasının en önemli sebeplerinden biri zulmedenlerin kendisidir, diğeri zulmedenlerin önüne bu mazlumları atanların yanlışlarıdır.
Buna sebep meşveretin olmaması, tarafgirlik, tek adamlık, baştakilere her meselede kurtarıcı olarak bakılması gibi hallerdir. Bu yüzden ortaya çıkan mağduriyetleri ancak meşveret ve müsbet hareket önleyebilir. Mazlumu koruyan bu ölçülerin başında “Fitne uykudadır, uyandırana lânet olsun” hakikati gelir .
Neticesi meşkuk bir hedef için meşrû olmayan vasıtaları hayırlı işlerin arasına katmak, fitnelere kapı açmaktır.
Bu ise sadece mazlumlara değil, orada görünen yüksek değerlere de zarar verir.
Bunun için müsbet hareket yerine meşrû olmayan metotlar ile mazlumları bu feci olayların içerisine atanların yanlışlarından dersler çıkarılmalı. Bu ders çıkarılsa ve yapılan hatalar kabul edilseydi, yanlışların, bu işten haberi olmayan yüz binlerin üzerine yapışması önlenebilirdi.
Hizmet adına da olsa iktidara, güce, akçeli işlere talip olmanın getireceği kavgaların, yolun başında görülmesi gerekirdi.
Bu yanlışlara götüren sebep çeşit çeşit istibdatlara sebep olan, nice yanlışlara kapı açan tek adamlıktır. Hele mutlak bir itaatı bir erdemmiş gibi gösterip akıl ve iradelere ipotek koymak, felâketlerin kapısını açtı, yanlışların daha da büyümesine sebep oldu.
Tek adamcılığa, şeriatın düsturlarına muvazenesiz yaklaşım, hedefe varmak için yanlış vasıtaların meşrûlaştırılması gibi yanlışlar da eklendi.
Sonuçta İslâm’ın lâzımı olan hakkaniyet ve adalet zarara uğratıldı. Tarih boyunca İslâm’ı kabul edenler, en başta İslâm’ın adaletine hayran kalırlarken, bugün nice hak sahiplerinin hakları gasp edildi.
Belki de, kaderin buna razı olmaması sonucunda, ortalık yangın yerine döndü ve nice mazlumlar bundan zarar gördü. Bize düşen, bu süreçteki bütün yanlışlara kim yaparsa yapsın dikkat çekerek, çıkışın adalette olduğunu vurgulamaktır. Adalet, liyakat, hürriyet, demokratlık, meşveret gibi kavramlar devlete de, cemaatlere de lâzımdır. Ayrıca cemaatlerden beklenen, güçten ve akçeli işlerden uzak durarak, hikmetle hareket etmektir.
Bu da yine, ancak hakkını ve hukukunu bilen fertler yetiştirmekten geçer. Üstadımız ”Müslümanların hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyedeki saadetlerinin anahtarı, meşveret-i şer’iyedir” diyerek meşveretin önemini, “Biz Kur’ân şakirdleri olan Müslümanlar, bürhana tabi oluyoruz; akıl ve fikir ve kalbimizle hakaik-i imaniyeye giriyoruz. Başka dinlerin tabileri gibi ruhbanı taklit için bürhanı bırakmıyoruz. Onun için akıl ve ilim ve fen hükmettiği istikbalde, elbette bürhan-ı aklîye istinad eden ve bütün hükümlerini akla tesbit ettiren Kur’ân hükmedecek,” “Biz ehl-i haliz, namzed-i istikbaliz. Tasvir ve tezyin-i müddea, zihnimizi işba’ etmiyor. Bürhan isteriz” diyerek de aklı kullanmayı, delil ile hareket etmeyi bizlere gösteriyor.