Günümüz dünyasının temel meselesi hak ve hürriyetlerdir. Tüm insanlığın ortak paydası din değil, hürriyettir. Çünkü, her toplumun dini, inançları farklıdır. Şu halde, inançlı, inançsız, Müslüman, Hıristiyan veya başka dinlere mensup olanların da temel konusu hürriyet olmalı.
Ne yazık ki, entelektüellerimiz, hattâ mütedeyyin ilim adamlarımız hürriyetin, demokrasinin imânın da bir özelliği olduğundan habersiz, zihinleri esaret zincirleriyle örülü. Oysa, hürriyet/demokrasi hepimiz ve bilhassa dindar insanlar için de önemlidir. Bediüzzaman Said Nursî, bir asır önce; hürriyetin imânın özelliği olduğuna işaret ederek, ancak Allah’a iman ile asıl hür olunabileceğini söyler.
Yüce Yaratıcı dünyayı hürriyet üzerine kurdu, desek mübalâğa olmaz. Zirâ, imtihan olabilmemiz için hür olmamız gerekir. Gönderilişimizin sebebi imtihan. İmtihanın gerçekleşebilmesi için de “hür irâde” lâzımdır. Dolayısıyla, yaradılış ve dünyaya gönderişimizin özünde serbestlik vardır. İnsanın en tabiî hakkı, düşünce, inanç ve ibâdet hürriyeti olmak üzere her türlü hak ve hürriyetleridir.
Hürriyet, “Rabbinin lütuf ve ihsanı, hiç kimseden men olunamaz”1 âyetiyle, “Atiyye-i Rahman”, yâni, Rahman olan Cenâb-ı Hakkın, inanan-inanmayan istisnasız bütün insanlara bir bağışıdır. Doğuştan bahş edilen “hayat” hakkı gibi, sâir hak ve hürriyetler dokunulmazdır.
* Müslümanlık, kula kul/köle olmayı değil, yalnız Allah’a “abd” olmayı, Onun karşısında kıyamda durmayı, yalnız Onun huzûrunda rükua varmayı, yalnız Onun emriyle secdeye kapanmayı gerektirir. Allah’a inanan, Onun her yerde hazır ve nazır olduğunu bilen, her şeyi gördüğüne, her şeyden haberdâr olduğuna, Lâtîf, Allamü’l-Guyûb olduğuna inanan bir mü’min, imânı, anlayışı, bilgisi derecesinde haklara riâyet eder.
* Meleklere imân eden, onların İlâhî bir kameraman ve kâtip gibi bizi takip ettiğini ve her hareketimizi yazdığını bilen biri, haksızlık yapamaz, kimseyi incitemez.
* Kitaplara inanan, onlardaki hak ve hürriyet meselelerine önem verir.
* Kur’ân baştan aşağı haklar manzumesidir.
* Resûllere inanan da, onların vermiş olduğu hak ve hürriyet mücâdeleleriyle kendisini özdeşleştirir. Hak ve hürriyetler, peygamberler vasıtasıyla ders verilmiştir. Binlerce hadis, hak ve hürriyetleri sıralar. Veda Hutbesi haklar manzûmesidir. İmân ve İslâm şartları hak ve hürriyetleri gerektirir. Peygamberlere bile, inanç ve fikir açısından herhangi bir baskı, zorlama yapma hakkı verilmemiştir.
* Âhirete imân; hesap, adâlet, mîzan, cezâ gününün geleceğini kesin olarak bilmek ise, ona göre hayatına yön vermek demektir.
* Kadere îman, insanın, mes’ul olduğu işlerde alabildiğine serbest irade sahibi, bütün fiil ve hareketlerinde hür olduğunu anlatır. İnsanlığın ortaya çıkabilmesi ve insanın tâbi tutulduğu imtihanın gerçekleşebilmesi için, “cüz’î irade/hür irade” dediğimiz bir serbestlik verilmiştir. İnsan, mes’ul tutulduğu hususlarda hiçbir zorlanmaya veya baskıya maruz kalmaksızın, istediği gibi hareket edebilir: “...Dilediğinizi yapın; muhakkak O yaptıklarınızı hakkıyla görür” âyeti, her türlü hakların kaynağıdır. İsteyene, dilediği gibi hareket etme hürriyeti tanınmaktadır.
İmân esasları, hak ve hürriyetler düşünce dünyamıza yerleştikten sonra, İslâm şartları da pratiğe dökülür. İnsanın yalnız Allah’ı Rab tanıması gerekir. Yalnız Allah’tan korkması gerekir. Namazlarını düzenli olarak kılan bir mü’min, günde beş vakit namazda, 40 defa tekrarlar: “Yalnız Sana ibâdet eder, yalnız Senden yardım dileriz.”2
Böylece, insanların kalb ve dimağlarının ufkuna ekilen hak ve hürriyetler, bir kartopu gibi, akıldan akıla, gönülden gönüle, zamandan zamana, devirden devire, asırdan asıra, toplumdan topluma, kitaptan kitaba yuvarlanarak büyümüş ve bugünkü şeklini almıştır. Bütün bu gerçekleri bize bildiren, aklımıza ve zekâmıza kapı açan dindir.
Dipnotlar: 1. İsrâ Sûresi: 20.; 2. Fâtiha Sûresi: 3.
12.12.2006
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|