Şahs-ı mânevî çok ehemmiyetli bir mes’ele-i mühimmedir.
Çünkü verâset-i nübüvvet sırrıyla Peygamber Efendimizin (asm) şahsiyet-i mânevîyesine bakıyor. Bu sır içindir ki âhirzamânda Risâle-i Nur’un şahs-ı mânevîsine meftun olmak gerekiyor. Verâset-i nübüvvet ile sırr-ı verâset ve sırr-ı velâyete ulaşmanın en müessir yolu Risâle-i Nur’un şahs-ı mânevîsine ittiba etmektir. En kudsî bir mücâhede-i mâneviyeyi tazammun eden ve sırr-ı verâset-i nübüvvetle velâyet-i kübrânın feyzine mazhar ve Sahâbenin sırr-ı meşrebine medâr olan Risâle-i Nur ile hizmet-i kudsiye-i Kur’âniyemize kanâat 1 etmek elzem görünüyor. Bedîüzzamân Hazretleri de “Risâle-i Nur şakirtlerinde sırr-ı ihlâsın ne derece yüksek bir terk-i enâniyet ve hazz-ı nefsîden teberri etmek gibi, ihlâsın en yüksek seciyeleri Risâle-i Nur şakirtlerinde tezahür ediyor diye bir delil oldu” 2 diyor.
Risâle-i Nur’un dâvâsı cadde-i kübrâ olarak verâset-i nübüvvet ve velâyet-i kübra sırrıyla fazîlet-i külliyenin dâvâsıdır. Fazîlet-i külliyeye sahip olmak için ihlâs ve sadâkatin doruk noktasına ve zirvelerine çıkmak elzemdir. İhlâs ve sadâkatin zirvesine çıkamayan kimse fazîlet-i külliyeye vâsıl olamaz. İnsan, sırr-ı ihlâsa, fenâdan tecerrüd edip, kâinata tamâmen esmâ ve sıfat-ı İlâhinin âyinesi olarak nazar etmek, cemal ve kemâl-i İlâhiyi müşâhede etmekle kavuşur. Bununla berâber Nur Talebeleri Üstâdlarından aldıkları ders-i hakîkate binâen Risâle-i Nur’u değil dünya siyâsetine, belki kemâlât-ı mânevîyeye ve makàmat-ı âliyeye âlet etmezler. Risâle-i Nur’u, herkesin hoş gördüğü saâdet-i uhreviye ve Cehennemden kurtulmaya vesîle etmemek ve yalnız emr-i İlâhî ve rızâ-yı İlâhîden başka hiçbir şeye âlet etmemek bu zamanda Nur’un hakîkî kuvveti olan sırr-ı ihlâs-ı hakîkîyi muhâfaza etmeye onları mecbur etmiştir.
Bu sır içindir ki Nur Talebeleri, “kutbiyet derecesinde bir mertebe-i ulvîyeyi ve yüksek bir şeref-i imtiyazı bırakıp, Risâle-i Nur dairesindeki sırr-ı ihlâsı muhâfaza ve hazz-ı nefisten teberrî etmiştir.” 3 Çünkü Risâle-i Nur’daki sırr-ı ihlâs, yüzde doksan ihtimaliyle de olsa böyle makàma talib olmamaklığı iktiza ediyor.
Risâle-i Nur’un dâiresindeki hâlis, pek kuvvetli ve her ferdine çok rûhları kazandıran ve Sahâbenin sırr-ı verâset-i Nübüvvetle meşreb-i uhuvvetkârânesini gösteren ‘meşreb-i hıllet ve meslek-i uhuvvet’ hakîkatidir.” 4 Bu sır içindir ki Bedîüzzamân Hazretleri de Sahâbe Efendilerimize hüve hüvesine ittiba etmiştir. Sırr-ı ihlâsa mazhar olmak öncelikle Sahâbe Efendilerimize mahsustur. Çünkü Sahâbeler nübüvvetin rü’yetine mazhar olmuşlardır. Peygamber Efendimizin (asm) sohbeti ile müşerreftirler. Bu sır içindir ki sırr-ı ihlâsa mazhariyet bir de âhirzamânda verâset-i nübüvvet mesleğine mazhar olan Nur Talebeleri ve onların şahs-ı mânevîsine vasıl olabilir. Sırr-ı ihlâs bu zamanda Risâle-i Nur Talebeleri’nin şahs-ı mânevîsine bakıyor. Bu zaman ve zeminde ihlâstan mütevellid bir tek zattan değil, Risâle-i Nur’un müntesip ve müttehid cemâatine meftun ve muktedi olmak lâzımdır. Sırr-ı ihlâs küllî mânâda şahs-ı mânevîde tezahür ediyor. Ferdî eşhas şahs-ı mânevîyeye tebaiyeti sırrınca müstefid oluyor. Onun için Kevser-i Kur’ânî havuzu olan sırr-ı ihlâsın âb-ı hayatı olan şahs-ı mânevîye dâhil olmak gerekiyor.
Yine bu azîm sırr-ı ihlâsa binâendir ki, Risâle-i Nur Talebeleri, îmân ve İslâmiyet hizmetinde ağır şartlar ve kayıtlar ve tahdidatlar içinde muvaffak oluyorlar. Onlar hayatlarını Risâle-i Nur’a ve Üstâdlarına vakfetmişlerdir. Risâle-i Nur’u, sermaye-i ömür ve gàye-i hayat edinmişlerdir. Risâle-i Nur dâvâsı rızâ-yı İlâhî dâvâsı olduğu içindir ki, hamiyet-i İslâmiyeye mâlik mümtaz 5 talebeler bu sırr-ı ihlâsa binâen maddî ve mânevî, dünyevî ve uhrevî bir gàye gütmeden hizmetlerine devam ediyorlar.
İhlâs hakîkati abd-i aciz için İlâhî bir nur oluyor. Kalbî bir amel olup o abdi akrebiyet-i İlâhiyeye uruc ettiriyor. Sırr-ı ihlâs mü’minin kalb ve vicdanını nurlandırıyor ve o abdin âlemine nur veriyor ve hayatlandırıyor. Mü’minde bulunan fanî dünyaya karşı gösterilen şiddetli hırs, ihlâs-ı tammı söndürür. İnsanı müflis eder. Ondandır ki “Mü’minde hırs sebeb-i hasârettir ve sefalettir.” 6 Ve “Hırs, sebeb-i haybettir ve illet ve zillettir; ve mahrumiyet ve sefaleti getirir.” 7 denilmiştir. Bunun içindir ki sırr-ı ihlâs, sebeb-i rızâdır, sebeb-i necattır, kalbi masivadan tecerrüttür. Bazen bir tek kelime medar-ı necat ve medar-ı rızâ olabilir. Yeter ki sırr-ı ihlâs ile mayalansın. Öyleyse uhuvvetin zirvesine vasıl olmak için, sırr-ı ihlâsta terakki etmek ve şahs-ı mânevînin kevser-i Kur’âniye havuzunda erimek gerekiyor.
Uhuvvet-i İslâmiye için bu vazife ile muvazzaf olanlar, uhuvvetteki rabıtaları sırr-ı ihlâs ile deruhte etme azm ve gayreti içinde olmalıdırlar.
Dipnotlar:
1- Lem’alar, s. 639.
2- Kastamonu Lâhikası, s. 363.
3- Kastamonu Lâhikası, s. 380.
4- Lem’alar, s. 631.
5- Tarihçe-i Hayat, s. 1073.
6- Lem’alar, s. 304.
7- Mektubat, s. 457.