"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Gayr-ı menkulden neden zekât gerekmez?

Abdurrahman AYDIN
13 Mayıs 2020, Çarşamba
Zekâtın gözden kaçan mühim bir hikmeti, âtıl sermayeyi tükenmekle tehdit ederek onu piyasaya sürdürmektir. Çünkü piyasanın canlanması ve ekonominin rahatlaması, paranın piyasadaki devir hızına bağlıdır.

O yüzden kirada otursa bile dul bir kadına, bir mülk ev almak için biriktirdiği, meselâ bugün için 31 bin TL parasından dolayı zekât gerekirken, bir kışlık evi olduğu halde bir de yazlık ev satın alan ve elinde nisap miktarı mal bırakmayan birine ise zekât gerekmemektedir. Çünkü bu ikinci kişi, parasını piyasaya sürmüş ve ameleden ustaya, nalburdan fabrikaya kadar yüzlerce sektörün istifadesini temin etmiştir.

Dul kadın ise, parayı hapsederek sebebiyet verdiği ekonomik daralma yüzünden en çok mağdur olacak alt tabakaya cüz’î, ama direkt yardım etmek suretiyle, hem onların mağduriyetini gidermiş, hem de tabanın alım gücünü yükselterek piyasaya bu şekilde bir hareket vermiş, böylece o da sorumluluğunu telâfi etmiştir. (Haşiye 1)

O yüzden bir baba, büyüdüklerinde çocuklarım oturur niyetiyle hepsine birer daire alsa, bu daireleri kiraya vermiş dahî olsa, bu kiraları geçiminde kullanıyor ve bir elinde nisap miktarı bir para birikmiyorsa bu babaya zekât gerekmemektedir.

Zira ticaret için olmadığı sürece mülk için alınan daireler, nâmi (artan) bir mal değildir. Bir mala zekât gerekmesi için o malın “nâmî vasıfta olması” şarttır, yani illettir. Hükümler de, illetler üzerine bina edilir. Maslahat ve toplumsal barış, kalkınma, fakire yardım ve bunun gibi sayısız hikmetlerin, illet yerine ikame edilip onlara göre hüküm verilmesi doğru değildir. 1 Çünkü hikmetler değişkendir ve bir kısmı hiç bilinmeyebilir.

Dolayısıyla kira gelirlerini de mahsul gibi değerlendiren ve 1/10 zekât gerekir diyen muasır fakihler varsa da, mezheplerin klâsik görüşüne dayanan Din İşleri Yüksek Kurulu ile İslâm Fıkıh Akademisinin, gayr-i menkullerin ne aynından ne de nisaba ulaşmadıkça kirasından dolayı ayrı bir zekât gerekmeyeceği yönündeki fetvası 2 daha muteberdir.

Şu da var ki, örneğimizdeki baba, aslî ihtiyacı dışındaki bu evlerden dolayı “Nisâb-ı İstiğnâ” sahibi sayıldığından zekât alması caiz değildir. Sadâka-ı fıtrı vermesi ve kurban kesmesi ise vaciptir.

NİYET, NİTELİĞİ VE HÜKMÜ DEĞİŞTİRİR

Ancak aynı taşınmazlar ticaret için olduğunda, artık arttırıcı bir işleme sokulmuş yani nâmî bir mala dönüşmüş demektir. (Haşiye 2) O yüzden emlakçının, elindeki arsa veya dairelerin o günkü piyasa değeri üzerinden zekâtını vermesi gerekir. Örneğimizdeki baba da “ileride değer kazanınca satarım” niyetiyle, yani yatırım amacıyla aldıysa o dahî, o dairelerin zekâtını vermelidir.

İşte niyet, hükümleri böyle esastan etkiler. Malda mülk oluş asıldır ve bir malın mülkiyetinin bize intikal etme anındaki niyetimiz esastır. Bundan dolayı, bidayeten ticaret niyetiyle satın alınmamış veya miras yoluyla elde edilmiş bir mal için sonradan ticarete niyet edilse ve hatta o mal satışa sunulsa, satılmadıkça ticaret malına dönüşmez. Nasıl ki mukîm biri, yolculuğa fiilen çıkmadıkça, mücerred niyeti sebebiyle seferî sayılmaz. Ama seferî olan, ikamete niyet etmekle derhal mukim olur. Aynen öyle de, galerici de ticaret niyetiyle aldığı aracı özel oto olarak kullanmaya ayırmakla, o araba zekâta tâbi olmaktan çıkar. Tekrar ticaret niyetiyle galeriye koysa, satmadıkça o ticaret malına dönüşmez. 3

Evet, “Niyette öyle bir hâsiyet vardır ki, âdetleri ibadete, seyyiatı hasenâta ve hasenâtı seyyiâta tahvil eder.” 4

Sözgelimi, akşama kadar yemeyip içmeyen boşuna aç kalmış olur. Ama oruca niyet eden oruç tutmuş olur. Keza, bir altını başkasına, bir gün sonra geri almak üzere “borç olarak veren” sevaba girer. Aynı altını bir gün sonra bedeli ödenmek üzere “satış yapan” kişi ise ribe’n-nesîeye (zaman faizine) girdiğinden harama düşer.

HAŞİYE 1: Ticaret için olmayan gayr-i menkullerde zekât gerekmemesinin başka hikmetleri de vardır. Şayet bu malların bakım masraflarına ilâveten bir de zekâtı gerekseydi, elinde para bulunmayan bir mal sahibi, bu zekâtı ödeyebilmek için o akarın bir kısmını satması gerekecekti ki, bu büyük bir zorluk teşkil edecek, hatta zengini fakirleştirecekti.

HAŞİYE 2: Ticarî işleme sokulan 40 puanlık bir mal, ticaret çarkı içindeki dönüşüyle, bir yıl içinde sahibine asgarî 10 puanlık bir kâr bırakarak 50 puan olur. İşte Allah, hiç yokken gaybdan verdiği bu 10 puan fazlalığın 1’ini, fakirlere vermemizi emretmiştir. Yine hiç yokken gaybdan gönderdiği mahsulde de oran aynıdır; dokuzu, tevziat memuru olarak bizim, biri fakirlerindir. Bu şu anlama gelir: Verilen zekâtlar aslında kendi malımızdan değil, Allah’ın gaybdan gönderdiği kârdan, mahsulden veya nesilden (hayvanlarda) verilmektedir ki, yaklaşık nisbet hepsinde reel olarak onda birdir. (bk. 22. Mektup, 2. Mebhasın Haşiyeleri)

Dipnotlar:

1- bk. 27. Söz, Beşincisi. 2- bk. Din İşleri Yüksek Kurulu, Fetvalar, 232-235; Ö. N. BİLMEN, B. İ. İlmihali, 339; Prof. Dr. Mehmet ERKAL, Zekât, 254, Erkam Yay. İst. 2004 3- Ö. N. BİLMEN, a.g.e, 344; M. ERKAL, a.g.e, 87. 4- M. Nûriye, Katre, Hâtime.

Okunma Sayısı: 2056
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı