"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Cevşenü’l-Kebîr’in sıhhatine farklı bir bakış

Abdurrahman AYDIN
22 Mayıs 2025, Perşembe
Sual: “Cafer-i Sadık’tan (ra) rivayet edilen, nihayet Hz. Ali (ra) üzerinden Hz. Peygambere (asm) isnad edilen Cevşenü’l-Kebîr duasının, Sünnî hadis mecmualarında yer almamasına, belki sadece ikinci derecedeki Şiî hadis kaynaklarında bulunmuş olmasına dayanarak onun ‘uydurma’ bir rivayet olduğu söylenebilir mi?”

Cevap: Nassların gerek delaletinde gerekse bizlere intikalinde (sübutunda) bir nokta her zaman dikkat çekicidir. Nebevî kaynaklı bazı bilgiler -beşerin dahili ve ihtiyarı zahiren bulunsun veya bulunmasın- bazen bir şekilde “karartılmaktadır.”

Bu karartma bazen delalet itibarıyla olur ve “ifadedeki bir kapalılıktan” kaynaklanır. Bunlara -durumuna göre -müphem, muğlak, müşkil, mecaz, müteşabih vb. isimler verilir. Aynı karartma, bazen de rivayetin “senedindeki bir zafiyetle” sağlanır. Bu tür hadislere de, zayıflık sebebine göre müdelles, muzdarip, munkatı’ gibi isimler verilir ve bunlar münker, metruk, hatta mevzû’dur diyerek kenara ayrılır.

İşte ilginç olan, “karartılan” yani sübutu veya delaleti yönüyle ama bir şekilde “zayıflatılan” bu bilgilerden bazılarına dikkat edildiğinde, bunların öyle kalması gerektiği anlaşılır. Bu da şeriatın bir mu’cizesidir!

Zira her bilginin açık, net ve kesin olması demek, her çağda her tabakadan insana birden hitap eden bir din için “tekzip edilme riskinin artması” demektir. Bazı dinî delillerin İlâhî takdir ile karartılması ve zayıf bırakılması, âlimlerin ihtilâfına alan açmış, böylece ortaya çıkan mezhep ihtilafları da ümmet için bir rahmet ve genişliğe sebep olmuştur. Öte yandan bunları inkâra kalkışan sathî nazar sahipleri, dinden çıkmış sayılmaktan korunmuştur. (Meselâ, Mi’rac hadisleri böyledir.)

Madem “karartmaların” arkasında böyle çok hikmetler gizlenmiştir. Bu tür bir hikmete binaen bazı rivayetler de gizlenmiş ve mahrem tutulmuş olabilir. Belki de önce Ehl-i Beyt’te, sonrasında da takiyyeyi seven Şiî uleması nezdinde muhafaza edilmiş bazı rivayetler olabilir. Bilhassa fitneler, ahirzaman ve gaybî ihbarlar türündeki bilgilerden bazılarının gizli kalmış olması ve uzun bir zaman Resul-i Ekrem’in (asm) Âl-i Beyt’i içinde korunagelmiş olması ihtimalden hariç değildir.

Nitekim Hz. Ebu Hureyre’nin (ra) şu sözü meşhurdur: “Resûlullah’tan (as) iki kap ilim hıfzıma aldım. Bunlardan birini aranızda neşrettim. Ama diğerini söyleyecek olsam şu gırtlağımı kesersiniz!”1

Cevşenü’l-Kebîr’e gelince, onun ikincil Şia hadis kaynaklarında zikredilmiş olduğu söylense bile, mana ve mahiyetindeki yücelik ve parlaklık ile ondaki nübüvvetkârane İlâhî tavsifat, ona “mevzudur/uydurmadır” demekten dilimizi alıkoymalıdır.

Zira Üstad Bediüzzaman’ın, hadislerin sıhhati konusunda kullandığı ölçülerle bakıldığında, rivayet edilen bir hadis-i şerife, öyle hemen “mevzû’/uydurma” demek çok kolay değildir. Şöyle ki:

S- Biri dese: ‘Bu hadisi kabul etmem.’ Nasıldır?

C- Bazan, adem-i kabul kabul-ü ademle iltibas olunur... Meselâ, bir hadisin kabulü, adem-i kabulü, kabul-ü ademi vardır... Üçüncüsü: Red ve inkâr olduğundan, bürhan ve isbat ister. O nefiydir. Nefiy kolayca isbat edilmez. Belki butlan-ı mana ile binefsihi müntefî olur.”2

Yukarıdaki beyanından anlaşılıyor ki Üstad Nursî (ra), eğer bir rivayet muteber zatlar tarafından Hz. Peygambere (asm) isnad edilmişse, o artık o rivayette senedi değil, metin ve manayı esas almaktadır. Zaten “Hem her zaîf veya mevzu’ hadîsin manası yanlıştır demek değildir. Belki an’aneli sened ile hadisiyeti kat’î değildir, demektir. Yoksa manası hak ve hakikat olabilir”3 sözü de onun bu tavrını ifade etmektedir.

Demek Hz. Peygamber’e isnad edilen Cevşen’i “butlan-ı mana itibariyle red ve inkâr” kat’iyen mümkün olmadığına göre, onu “uydurma” kabul etmek de -rivayet ve isnad edilmiş olmasına binaen- çok doğru değildir.

Üstad’ın hadisleri kabulde kıstasları bu kadar geniş tutmasının bir sebebi de “Böyle zayıf/uydurma rivayetleri naklediyor” şeklinde tenkitlere maruz kalan İmam-ı Gazzâlî (ra) gibi büyük âlimleri himaye etmek ve onlara olan itimadı muhafaza etmektir. Hem bir hadis âlimi, hem de Nakşî/Halidî şeyhi olan Ahmed Ziyâeddin Gümüşhânevî de (rh) (ö. 1894) Cevşen ve Celcelûtiye dualarını Mecmûatü’l-Ahzâb adlı eserine kaydetmişse bunlara ilişmemek gerektir.

Bu tür âlimler, eğer İmam Celaleddîn-i Süyûtî (ö. 505) misüllü “uyanık iken çok defa sohbet-i Nebeviyeye mazhar olan”4 ve Hz. Peygamber (asm) ile mana âleminde konuşabilecek seviyeye yükselmiş bulunan hadisçilerden ise, yani “Muhaddisîn-i Muhaddesûn” konumuna sahipse, onların Allah Rasulüne (asm) isnad ettikleri rivayetler tekzip edilmemelidir.5

Zira Hz. Peygamber (asm), ümmeti içinde kendi ilhamına mazhar böyle âlimlerin olabileceğine işaret etmemiş değildir. Şöyle ki:

“Sizden önce yaşamış ümmetler içinde ‘Nâsün Muhaddesûn (ilham olunanlar)’ vardı. Şayet ümmetim içinde de varsa hiç şüphesiz o Ömer’dir.”6 Ümmet-i Muhammed, madem diğer ümmetlerden efdaldir. O halde bu ümmette Ömervârî “muhaddesûn” evleviyetle bulunmak gerektir.

Üstad Bediüzzaman, “Muhaddisîn-i Muhaddesûn” grubundaki bu tür âlimlerin,7 daha açık bir anlatımla hadis ilmine vakıf olduğu gibi Hz. Peygamber’in doğrudan ilhamına da mazhar olan keşfi açık velilerin, Rasûl-ü Ekrem’e (asm) isnad ettikleri manası hak olan rivayetlerine itiraz etmemiştir. Hatta Üstad Nursî, Şah-ı Nakşibendi’nin Evrad-ı Kudsiyesi’ni “Hz. Peygamber’den âlem-i manada ders aldığını” açıkça kaydetmekten ve nakletmekten çekinmemiştir. Cevşen’in de -kitaplardaki rivayetleri bir yana- “en azından” böyle bir kaynağa dayanmış olması da ihtimal dahilindedir.

S- Peki, bu tür rivayetlere şiddetle karşı çıkan hocalara ne demeli?

C- Hiçbir şey dememeli. Çünkü nasıl ki, kaderin hikmeti bid’alar Haremeyn’e giremesin diye Vehhabiler’i şiddetle istihdam etmişse, aynı sebeple objektivitesi ve denetimi mümkün olmayan bu “muhaddesûn makamının” da istismar ve sû-i istimal edilmemesi için zahir ulemasının, hadis usulü kriterlerini bir kılıç gibi safdil mübarek mü’minlerin ensesinden eksik etmemesi ayn-ı hak ve mahz-ı hikmettir. Bu açıdan onlara da itiraz etmek uygun değildir.

Ne diyelim, ilm-i ledün ile hareket eden Hz. Hızır da (as) haklıdır, ilm-i zahire tabi olan Hz. Musa (as) da haklıdır. Zira kendilerine sorumluluk yükleyen bilginin türü farklıdır.

Dipnotlar:

1- Buharî, İlim, 42

2- Tuluat, “Müstehak bir ceza” 

3- 14. Şua, Hata/Savap Cetveli

4- 27. Söz, “Sahabeler Hakkında”

5- Yalnız İmam Suyûtî Cevşen’i nakletmiş değildir.

6- Buharî, Fezâilü’l-Ashab, 6; Müslim, Fezâilü’s-Sahabe, 23

7- 24. Söz, 3. Dal, 5. Asıl

Okunma Sayısı: 406
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı