"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Gücün ve güçsüzlüğün sırları

Abdurrahman AYDIN
26 Nisan 2020, Pazar
İslâma hizmet için elbette güçlü olmak gerekir. Zira Peygamber Efendimiz (asm): “Güçlü mü’min, zayıf mü’minden hayırlıdır” buyurur. 1

Peki, gerçekten “Güçlü Mü’min” kimdir? Kasları güçlü olan mı? Parayı bulan mı? Yüksek makama gelen mi? Güçlü bir “Ben” bulup ona istinad eden mi?

GÜCÜN EN BÜYÜĞÜ NEREDE SAKLI?

Peygamber Efendimiz (asm), en büyük müsbet gücün bulunduğu yeri şöyle tarif ediyor:

Allah Teâlâ dünyayı yaratınca yeryüzü (depremlerle) titremeye başladı. Bunun üzerine dağları yarattı. (Onları kazıklar gibi çakınca, yeryüzü sakinleşti.) Bunu gören melekler: “(Bu dağlar dünyadan güçlü olsa gerek.) Allah her halde bu dağlardan daha güçlü bir şey yaratmadı” dediler.

Sonra Allah demiri yarattı ve onunla dağları yardı. Melekler şaşırmıştı: “Allah her halde demirden daha güçlü bir şey yaratmadı” dediler.

Sonra Allah ateşi yarattı ve onunla demiri eritti. Melekler yine hayret etmişti. Bunlardan hangisi daha güçlüdür, diye müzakereye başladılar.

Ardından Allah suyu yarattı ve o suyla ateşi söndürdü. Meleklerin merakı iyice arttı. Hangisi daha güçlüydü: Dünya mı, dağlar mı, demir mi, ateş mi, su mu? Onlar bunu tartışırken Allah, havayı yarattı ve (görünmez olan bu hava) soğuk bir esintiyle suyu dondurdu. (Oysa hava hepsinden basit ve güçsüz görünüyordu.)

Melekler, yaratılan bütün bu varlıklar içinde hangisinin daha güçlü olduğuna bir türlü karar veremediler. Sonunda Cenab-ı Allah’a sual ettiler: “Rabbimiz! Yarattığın varlıklar içinde en güçlüsü hangisidir?”

Cenab-ı Allah, bunların hepsinden daha güçlü olarak yarattığı varlığı şöyle açıkladı: “Sağ elinin verdiğini sol elinden gizleyebilen mü’min kulumun kalbidir!” 2

Meğer hubb-u cah, hırs-ı şöhret, hodfuruşluk, şan ve şeref perdesi altında nazar-ı âmmede mevki sahibi olmak gibi beşerî za’fiyetlerden kurtulmayı başarmış kulların kalbindeki azamî ihlâsta, öyle büyük bir güç varmış ki, bu güç, dünyayı manevî sarsıntılardan kurtarabilirmiş! İşte bu güç, dağ gibi engelleri yarıp demir gibi zincirleri eritebilirmiş! İşte bu güç fitne ateşlerini söndürüp ahlâksızlık selini dondurabilirmiş!

Şimdi bir de “ihlâstan sonra en büyük kuvvet, tesanüdde bulunduğundan” 3 bu hâlis kalplerin tesanütle bir araya geldiğini düşünelim. Bir vücudun âzâları misillü dayanışma içine girmeleriyle bunların oluşturacakları bir “Voltran” karşısında hangi tahripkâr güç dayanabilir, kıyas edilsin. Öte yandan mü’minlerin ihlâsını ve tesanüdünü bozanların ne büyük bir hizmet (!) yaptığı da bu açıdan değerlendirilsin!?

Demek gücü karanlık merkezlerden devşireceklerini zannedenlerin veya ihlâsını kaybederek şahs-ı manevî ile tesanüt etmek yerine Ben’ine istinad edenlerin yahut maddiyatı fazla önemseyerek helâl yollarla yetinmeyip haramlarla şişenlerin bir gücü olmaz.

MAĞLÛBİYETİN SIRRI

Rivayette var ki, vaktiyle İsrailoğulları’ndan bir âbid, insanların ağaçtan yapılmış bir puta tapmaya başladığını duydu. Hemen baltasını omzuna vurup yola koyuldu. Yolda karşısına Şeytan dikildi ve onu engellemek istedi: “Sen git, ibadetinle meşgul ol. Bu senin için daha iyidir. Milletin putuyla uğraşma!” dedi. Âbid onu dinlemedi ve Şeytanı tuttuğu gibi yere yıktı ve göğsüne oturdu. “O ağacı mutlaka keseceğim. Beni alıkoyamazsın” diye meydan okudu.

Âbidi niyetinden vazgeçiremeyeceğini ve ona gücünün yetmeyeceğini anlayan Şeytan, bir teklifte bulundu: “Sen zaten fakirsin. Hem fakirlikten kurtulmak, hem de başka fakirlere yardımcı olmak istemez misin? Ağacı yıkmaktan vazgeçersen, her sabah yatağının altına iki altın koyacağım. Ne dersin?”

Âbid düşündü. Kaybedecek bir şeyi yoktu. Fukaraya yardım da sevaptı. Gerekirse o ağacı sonra da keserdi. Teklifi kabul etti.

Ertesi sabah ilk işi yatağın altına bakmak oldu. Gerçekten iki altın orada duruyordu. 

İkinci sabah uyandığında yatağın altında iki altın daha bulunca sevindi ve rahatladı. Böylesi daha iyiydi. Puta tapanlarla çatışmasına ve put kırmasına gerek kalmadan, hem geçinmenin, hem de fakirlere yardım ederek sevaba girmenin kolayını bulmuştu.

Üçüncü sabah uyandığında yine yatağın altına baktı, ama hiçbir şey yoktu. Fena kızmıştı. Baltasını aldığı gibi hızla yola koyuldu. Şeytan yine karşısına dikildi ve sordu: “Nereye gittiğini sanıyorsun?” Âbid, ağacı kesmeye gittiğini söyleyince Şeytan izin vermedi. Haliyle mücadele başladı.

Fakat bu defa Şeytan, âbidi gırtlağından tuttuğu gibi tek bir hamlede yere vurmuş ve boğazına oturmuştu. “Ya bu niyetinden vazgeçersin, ya da seni boğarım” diye de tehdidini savurdu. Neye uğradığını şaşıran âbid, artık bir şey yapamayacağını anlayınca Şeytan’a sordu: “Geçenki kavgamızda ben seni çok kolay yenmiştim. İki günde ne değişti ki, bugün sana gücüm yetmiyor?”

Şeytan’ın cevabı mağlûbiyetin sırrını veriyordu: “Sen o gün, o tapılan ağacı kesmeye sırf Allah için gidiyordun. O gün benim sana asla gücüm yetmezdi. Şimdi ise paranı kestiğim için gidiyorsun. Bu gün ise senin gücün bana asla yetmez!” 4

Evet, Şeytanların gücü ihlâslı kullara asla yetmez! 5

İhlâsını ve istiğnasını kaybedenlerin ise Şeytan’lara gücü yetmez! Zira “Ehl-i dünya, parasını ucuz vermez, pek pahalı satar.” 6 “Din, para tarafından beslendiği müddetçe paranın hizmetinde olur!” 7  Yani para alan emir de alır. O halde “Besleme Hizmetin” şeytaniyetle mücadele gücü yoktur.

HÜLÂSA

Felsefenin şakirdi güce tapar. Gücü de Ben’de, parada, makamda sanır. Güçlü her kimse ondan yana durur. Gücü elde etmek için haramı dahî “zaruret var” diye mubah görür. Böyle yapan kim olursa olsun, farkına varsın veya varmasın, aslında dinsiz felsefenin şakirdine benzemiş olur. Daha ona karşı koyamaz. Baz aside benzediğinde onu nötralize edemez.

Kur’ân talebesi ise Hakk’ın kuludur ve daima hak tarafındadır. Kendi adına âciz bile olsa, Hakk’a dayandığından müstağni ve muktedirdir. Mağlûbiyet ise onun için sorun değildir. Nasılsa “Âkibet müttakîlerindir.” 8 O yüzden gücün değil, hak neyse onun hatırını korur.

Söz konusu “Kızı Fatıma bile olsa.” Hem bilir ki, gerçek kuvvet haktadır ve ihlâstadır; 9 istiğna ve tesanüttedir. Hâlisler için hak dışında başka bir ortak paydada tesanüd ise mümkün değildir. (Haşiye) Küfrün kalın belinin kırılması, hakkı esas tutan böylesine bir ihlâs, istiğna ve tesanüd gücünün neticesidir.

HAŞİYE: “Ehakk” dahî bir ihtilâf sebebi olduğundan ortak payda değildir. O halde kendi önerdiğimiz ve bize göre en mükemmel olan bir çözüm herkes tarafından benimseninceye kadar ittifaka direnmek, ihtilâf içinde beklenen süre boyunca batılın istilâsına müsamaha göstermektir. Bu dahî hakperestlik değildir. Bu âlemin her halinde hayr-ı mahz beklenmemelidir. (Bk. Tulûât)

Dipnotlar:

1- Müslim, Kader 34; İbni Mâce, Mukaddime, 10.

2- bk. Gazâlî, Kimya, 522.

3- Emirdağ L. II/14.

4- bk. Gazâlî, İhya, IV/677-678; Gazâlî, Kimya, 697-698.

5- bk. Sâd 38/83.

6- 19. Lem’a, 4. Nükte.

7- Ali Şerîatî.

8- A’raf 7/164; Hûd 11/49; Kasas 28/83.

9- 21. Lem’a, 3. Düsturunuz.

Okunma Sayısı: 3662
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Mehmet Türeli

    2.5.2020 13:11:47

    Evet Üstadın Said Halim Paşanın köşkünü neden alıp büyük hizmetlere vesile olurdu düşüncemiz ne kadar yanlış olduğunu daha iyi anlıyoruz. İhlâsın zedelenmesi, para veren emir de vereceğinden hizmete büyük bir sekte vurulurdu.

  • Züleyha

    27.4.2020 01:14:29

    Allah c.c. Ihlas, sadakat ve samimi tesanütle, kalbe mukabil kalplerle hizmet edebilmeyi nasip etsin. Işte o zaman 111 belki 1111 ler ortaya çıkar... Hz Ali, Abdül Kadir Geylani ra iltifatına mazhar olunur. Istifade ettik. Allah razı olsun

  • ESRANUR

    26.4.2020 23:40:56

    Tüm yazılarınızdan çok istifade ediyorum. Tefekkürî ve kendisine has bakış açılarıyla ufkumuzu açıyorsunuz. Rabbim kaleminize ve ihlasınıza kuvvet versin.

  • Necati

    26.4.2020 22:22:07

    Allah kaleminize, ihlâsınıza, ilminize güç versin Çok istifade ettiğim bir yazı olmuş. Allah razı olsun.

  • Cenk çalık

    26.4.2020 15:36:26

    Demek ki ihlas ve tesanüd olduğunda zahiren maddi kuvvetler ne kadar sukut etsede ihlas azı çok yapmaya vesile oluyor. Zira sonsuza bağlanan ihlasına göre güç kazanacak ve muvaffak olacaktır. Kainattaki en yüksek hakikatler iman ve namazdır. İhlas olmadığında bir manası olmayacaktır. İhlas olursa kainata meydan okunabilecektir. Özetle ne kadar ihlas o kadar kuvvet dersek hata etmeyiz diye düşünüyorum...

  • Cenk çalık

    26.4.2020 15:36:13

    Haramdaki ihlas ve samimiyete veren Rabbimiz elbetteki helale de verecektir. Üstad iki farklı hayat dilimini kıyaslayarak nazara veriyor. İstanbul ve barla hayatları. Anladığım kadarıyla 5 farklı kriterle kıyas ediyor. İlki 7-8 sene barla 20 sene istanbul. Yani 3 kat zaman farkı var. İkinci yardımcı sayısı 100 veya 1000 kat fazla. Üçüncüsü barlada insansıfsız memurların baskısı varken istanbulda bir ara darül hikmetil islamiyede fetva verecek hizmet ediyor. Dördüncüsü istanbul dünyanın merkezi barla kuş uçmaz kervan geçmez bir yer. Beşincisi barla çok ehli ilim yok. Hatta okuma yazma bile bilmeyenler var. İstanbulda ise etrafında tefsir yazacak kadar ehli ilim var. Bu beş kritere göre İstanbul hizmeti barlayı geçmesi lazım. Oysaki 100 kat daha fazla muvaffakiyet gösteriyor barla hizmeti. Sebebi nedir? Üstad sizlerdeki ihlastan geldiğini katiyen şüphem kalmadı diyerek açıklıyor. İnşaAllah tam ihlasa girersiniz benide tam ihlasa sokarsınız diyerek temenni de bulunuyor...

  • Cenk çalık

    26.4.2020 15:35:58

    İhlas risalesinin üçüncü düsturunda bütün kuvvetinizi ihlasta ve hakta bilmelisiniz diyor üstad. Ayrıca haksızlar dahi haksızlıkları içinde gösterdikleri ihlas ve samimiyet yüzünden kuvvet kazanıyorlar diyerek çok farklı bir boyut kazandırıyor. Haramdada ihlas ve samimiyet başarı sebebidir. Öyleki küçücük dernekler, örgütler koca koca devletlere meydan okuyup dize getirmesi manidardır.

  • Abdülbaki Çimiç

    26.4.2020 10:18:10

    Maşallah Abdurrahman hocam, Rabbim tefekkürünüzü dâim etsin. "Bütün kuvvetinizi hakta ve İhlâsta bilmelisiniz.(29.Lema)" hakikatinin çok güzel bir mütemmimi ve izahı olmuş. Hakkım hatırı bu yazıyla kemalini bulmuş. Allah razı olsun. Selâm ve duâ ile...

  • SadettinÖNAL

    26.4.2020 05:54:28

    Ekmeksiz yaşayıp hürriyetsiz yaşayamamak bu olsa gerek. Farklı bir bakış açısıyla gücün hürriyeti ve hürriyetin yani imanın gücü.

  • Ahmet d

    26.4.2020 04:41:29

    Çok guzel, çok faydalı bir yazı...

  • Mehmet

    26.4.2020 01:39:52

    İhlaslı ameller için çok fazla duaya ve gayrete ihtiyaç var.Hergün yüzlerce besmele çekiyoruz hakikati (Allahın adamı olduğumuzu)söylüyoruz.Fakat ruhumuz ve kalbimiz nefsimizin ve asrın şiddetli sair düşmanlarının darbeleriyle öyle sersemlemiş ki ayan beyan olan farzı aynlar dahi ritüel halini almış.Gevşeme herbir noktayı kanser gibi sarmış.Bi de olması gereken beslenme kaynakları ile araya mesafe girdi mi şeytana ne hacet...Rabbimiz bizi inayetine alsın. İnayetine alması için de samimi dua edenlerden ve vazgeçmeyenlerden eylesin.

  • Gazi

    26.4.2020 00:28:55

    Allah razı olsun çok güzel ve istifadeli bir yazı

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı