"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Panislamizm ve Bediüzzaman’da ittihad-ı İslam mefkûresi

Abdurrahman AYDIN
26 Nisan 2023, Çarşamba
Pakistanlı Prof. Dr. Muhammed Sabir (1935-2009) 23 yaşında doktora için Türkiye’ye geldikten bir yıl sonra 1959’da Emirdağ’da Bediüzzaman Hazretlerini ziyaret eder.

Ziyaretçi kabul etmeyen Hz. Üstad, onu ayakta karşılar, bağrına basar ve “Pakistanlı Oğlum! Hoşgeldiniz!” der. Talebelerine onun için yemek hazırlamalarını söyler ve bu görüşmede Sabir’in, İran ve ittihad-ı İslam hakkındaki sorularına şu cevapları verir:

“Panislamizm yok, ittihad-ı İslam var! İleride bütün müslümanlar bir usul ve anlaşma ile İslam birliğini oluşturacaklar. Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra en iyi adımlardan birisi Türkiye, İran, [Irak], Afganistan ve [sonradan böyle bir pakta dahil olan] Pakistan’ın bir araya gelerek oluşturduğu Sadabat Paktıdır. İran ise müslüman bir ülkedir. İnşaallah ileride ittihad-ı İslam için hiçbir müdahale etmeyecektir.”(1)

Panislamizm, literatürde “İslamcılık” veya “İttihad-ı İslam” kavramlarıyla müşterek olarak kullanılıyorsa da(2) Üstad Nursî’nin (ra), bu iki kavramı birbirinden farklı kabul ettiği açıktır. Çünkü Panislamizmi, dinî olan ve politik olan diye ikiye ayırmak mümkündür. Üstad, herhalde bu hatırada politik/siyasî/ideolojik bir kavram olanına Panislamizm, dinî/ahlâkî olanına da İttihad-ı İslam tabirini kullanmış diye anlaşılmaktadır.

Buna göre bu cümlenin meali ve satır araları anladığımız kadarıyla şudur: İttihad-ı İslamın siyasî bir ideoloji olarak kullanılması (Panislamizm) şimdiki şartlarda mümkün ve doğru değildir. Bu güzel hedef için önce dinî/ahlâkî anlamda bir ittihad-ı İslam için çalışmak gerekir. Yani öncelikle ve en başta tekke, mektep ve medresenin uzlaşmasını ve Ortadoğuda İslam kardeşliğini sağlayacak bir eğitim sisteminin kurulması yani “Medresetü’z-Zehra” ile “İmtizac-ı Efkâr”ın sağlanması; bu eğitim sayesinde Allah’tan başkasına boyun eğmeyecek bir “Şehâmet-i Îmâniye” ve Allah’ın yarattığı hiçbir şeye zulmetmeyecek bir “Şefkat-i Îmâniye” sahibi nesiller yetiştirilmesi; bu nesilerin yardımıyla ittihadı istemeyen, baskıcılığı yüzünden efkârı uç noktalara iten ve böylece ihtilafı körükleyen ve kronikleştiren, sa’ye şevki de söndüren, bilakis dalkavuk ve sorumsuz insanlar yetiştiren istibdadın kaldırılması ve ‘cumhuriyet ve demokrasi manasındaki meşrûtiyetin’ hassaten “Meşrûtiyet-i Meşrûa” ve “Hürriyet-i Şer’iyye”nin yerleştirilmesi; meşrutiyet ve hürriyetin kemali için “Şûrâ” (Parlamento), “Adalet ve Kanunda İnhisar-ı Kuvvet”in hakimiyeti; mevcudiyet-i milleti göstermek ve idareyi dengelemek için ayrıca haklı şura ile çalışan “Şahs-ı Manevîler”in (sivil toplum örgütlerinin) ve “Hürriyet-i Efkâr”ın güçlendirilmesi; bunlar için bile olsa “Asayiş”ten taviz verilmemesi; İhlâs ve Uhuvvet Risalelerindeki Kur’anî/Nebevî düsturların tatbiki, muhabbete muhabbet ve ırkçı yaklaşımların reddi ve “İslamiyet Milliyeti” ile “İttihad-ı Kulûb”un daima telkini; ve son olarak da “Mesleğim haktır ve daha güzeldir” anlayışıyla meslek ve meşreplerde değil, “Maksatta İttihad”ın esas alınması gerekmektedir. Bunlar gerçekleşmeden ve bunlara dayanmadan ittihad-ı İslamın gerçekleşmesi hayaldir, olsa da geçicidir.

Sadabat Paktına [1937] veya onun bir devamı olan Bağdat Paktına [CENTO/1955-1979] gelince ise onlar, işte saydığımız bu şartlar ileride tekemmül edince gerçekleşecek olan çok yönlü bir “ittihad-ı İslamın bir nevi çekirdeği” veya ona “kat’î bir mukaddeme” sayıldığından çok değerlidir. Ancak “tabiat-ı istidad-ı âlem [ideal bir ittihadın] şimdi tamamen tecellisine tahammül edemez; tedric lazımdır” gibi manalar kavram haritası olarak akla gelmektedir.

İttihad-ı İslam mefkûresinin tarihî seyrine gelince: Üstad, Molla Said namıyla 1907’de İstanbul’a ilk geldiğinde kendini dört ana fikir akımının, yani İslamcıların, Türkçülerin, Osmanlıcıların ve Batıcıların birbirleriyle yaptıkları çok hararetli bir tartışma ortamı içinde bulmuştur. Güçlenen Avrupanın tahakkümü, İslam dünyasının perişan hâli ve dağılan Osmanlı Devletinin beka problemi karşısında siyasetçiler ve aydınlar farklı kurtuluş formüllerini savunmaktadırlar. Eski Said, bu gruplardan “İslamcı” kanatta yer almakta ve esasen siyasî ittihad-ı İslamı o da savunmakta ise de, mevcut şartlarda siyasetin doğuracağı tarafgirlik ve inhisarcılıktaki mahzurları bildiğinden bunu önlemek için hemen yeni kurulan İttihad-ı Muhammedî Cemiyetine dahil olmuş ve siyasî ittihad-ı İslamdan ziyade dinî bir ittihad-ı İslamı öne çıkarmıştır. Zira ittihad-ı İslam cemaatinin, mevcut şartlarda siyasî manada anlaşılması durumunda “sair cemiyet-i diniye ile şakk-ül asayı, rekabet ve munaferatı intaç edeceğinden” korkmuştur.(3) Faraza sırf “İttihad-ı İslam” gayretiyle bir parti kurulsa bile, % 60-70’i tam dindar olmayan bir ülkede, dini siyasete alet edeceği ve bunu yapınca da dine daha çok zarar vereceği için böyle bir partinin desteklenmesini doğru bulmamıştır.(4) Bu yüzden Üstad, bu aşamada siyasî bir ittihad-ı İslamı savunmamış, bunun yerine “İttihad-ı İslam şarktan garba, cenuptan şimale, mümted bir meclis-i nuranidir ki, el’an üç yüz milyondan fazla bulunur... Şu cemiyetin şubeleri bütün mesâcid ve medâris ve tekâyâ ve zevâyâdır. Ve şu cemiyetin reisi Resul-i Ekremdir (asm), Kanun-i Esasîsi Kur’an-ı Azimüşşandır” tarifiyle(5) ittihad-ı İslamı, dünyadaki bütün müslümanları kapsayan manevî/ahlâkî bağlar olarak sunmuştur.

Üstad’ın bu ittihad-ı İslam fikri genel olarak Efgani, Abduh, Namık Kemal, Said Halim Paşa ile örtüşmektedir. Çünkü onlar da farklı müslüman milletlerin güçlü bir şekilde ayağa kalkmasından sonra ittihad-ı İslamın mümkün olacağını savunmuşlardır. Nitekim Üstad Hazretlerinin, 1910’da İstanbul’dan Van’a dönerken Tiflis’teki Rus polisine söylediği şu sözler de bunu teyit etmekte ve siyasî ittihadın hangi aşamalardan geçtikten sonra gerçekleşeceğine işaret etmektedir: “Rus polisi: ‘İslâm parça parça olmuş!?’ Bediüzzaman: ‘Tahsile gitmişler...Yahu, şu asilzade evlât, şehadetnamelerini aldıktan sonra, herbiri bir kıt’a başına geçecek, muhteşem âdil pederleri olan İslâmiyetin bayrağını âfâk-ı kemâlâtta temevvüc [ettirecekler]...” (6)

Dolayısıyla bilhassa İngiltere’nin, siyasî ittihad-ı İslamdan bahsedilmesinden son derece rahatsız olduğu ve II. Abdülhamid’e bunun önlenmesi için diplomatik baskı uyguladığı da hesaba katılırsa, bu tür siyasî ittihadın bir başlangıç değil, bir sonuç olarak ortaya çıkması daha gerçekçidir. Yani siyasî anlamda bir ittihad-ı İslam, demokrasisi güçlenmiş ve bu güçlenme sayesinde dış etkilere karşı daha dirençli ve daha bağımsız karar verebilir hale gelmiş müslüman ülkelerin güç yetirebileceği bir birlikteliktir. Yoksa ittihad-ı İslamın politikaya alet edilmesi ve siyasî malzeme olarak kullanılması ile veya “Gelin, bana tabi olun da ittihad edelim” şekli ile hiçbir ittihadın sağlanamayacağı bellidir. Nitekim aynı ülke içindeki aynı milliyete mensup sünnî müslümanlar arasındaki ittihadı bile parçalayan “siyasal İslamcı” algı ve anlayışın, diğer müslüman ülkeler ve milletler arasında bunu başaracağını sanmak içi hep boş kalmış bir beklentidir. Ataların deyimiyle “Fare delikten geçememiş, kuyruğuna kabak bağlamış” meselidir.

Yukarıda sayılan öncüllerin sağlanmasından sonra meydana gelecek bir ittihada, Avrupa ve Amerika engel olamayacak, hatta böyle bir ittihadın kendi menfaatlerine ne kadar uygun olduğunu onlar da kavrayacaklardır. “Eskiden Hıristiyan devletleri bu ittihad-ı İslâma taraftar değildiler.” “... siyasetleri ve menfaatleri buna muarız olmakla buna mani olurdular. Şimdi menfaatleri ve siyasetleri buna muarız değil, belki muhtaçtırlar. Çünkü komünistlik, masonluk, zındıklık, dinsizlik doğrudan doğruya anarşistliği intac ediyor. Ve bu dehşetli tahripçilere karşı ancak ve ancak hakikat-i Kur’aniye etrafında ittihad-ı İslam dayanabilir.” “[Dolayısıyla] ...hem Amerika, hem Avrupa devletleri Kur’ân’a ve ittihad-ı İslâma taraftar olmaya mecburdurlar.”(7)

Üstad Bediüzzaman hatırada: “İleride bütün müslümanlar bir usul ve anlaşma ile İslam birliğini oluşturacaklar” derken de bunun ne Sadabat ne de Bağdat Paktı ile şimdi değil, aslında ileride ve “Cemâhir-i Müttefika-i Amerika gibi” olacağını söylemiş, yaklaşık tarihi olarak da 2038’lere işaret etmiştir. (8) Hz. Mehdî (as)’ın cihanşümul üçüncü vazifesini, ancak bu ittihadın sağlanmasından sonra ve ondan alacağı kuvvetle yerine getireceğini bildirmiştir. (9)

Her ne kadar Üstad’ın ittihad-ı İslama yönelik siyasî adımların atılmasını çok takdir ve tebrik ettiği görülmekte ise de demokrasi, kurum ve kurallarıyla iyice yerleşmeden ve milletlerin iradesi kendi devletlerine yön verecek güce erişmeden, nihayet Üstad’ın yukarıda saydığı ve Risale-i Nur eserleriyle sağlamaya çalıştığı ön şartlar gerçekleşmeden, haricî dinamiklerin etkisiyle veya liderlerin şahsî gayretleriyle başarılan bu tür paktların kalıcı olmadığını tarih, Bağdat Paktına imza atan tüm liderlerin birer birer uğratıldığı acı akıbetle göstermiştir.

Kısacası, Risale-i Nur’un ittihad-ı İslama dahî âlet edilemeyeceğini ama onun teşekkülüne hizmet edeceğini ve vesile olacağını, dolayısıyla Nur Talebelerinin manevî ittihad-ı İslamla vazifeli olduğunu; siyasî manadaki ittihadı ise -siyasal İslamcı geçinenlerin değil- yine Nur Talebelerinin destekleyegeldikleri demokratik rejimlerin başarabileceğini kaydedelim.

Dipnotlar:

1) Necmeddin ŞAHİNER, Son Şahitler, VI/326

2) bk. TDV İslam Ans. “İslamcılık” ve “İttihad-ı İslam” md.

3) bk. Eski Said Dönemi Eserleri, YAN. s.74

4) Emirdağ Lahikası II/162

5) Eski Said Dönemi Eserleri, s. 514

6) Tarihçe-i Hayat, s. 79

7) Emirdağ Lahikası II/24, 52

8) bk. Abdurrahman Aydın, Risale-i Nur’dan Gaybî Kavramlar, s. 195

9) Sikke-i Tasdîk-i Gaybî, s. 9

Okunma Sayısı: 4237
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Şerafettin Birol

    27.4.2023 10:04:22

    Selamun aleyküm Aziz kardeşim yazılarını özlemiştim hoş geldin çok güzel bir tahlil yazısı olmuş her zamanki gibi

  • Bünyamin gerdan

    27.4.2023 07:58:47

    Son günlerde emek verilerek yazılan çalışmada itidalli bir yol izlenmiş İnşallah devamı gelir

  • Züleyha

    27.4.2023 03:07:30

    Dinde hassa olup muhakeme-i akliyede kabul etmekte zorlanılan mesleler sınıfına giren konulara da temas etmeniz çok yerinde ve güzel olmus, devamını bekleriz. İnşallah istifadeye medar olsun. Yazılarınıza bu kadar uzun aralar vermemeniz duasıyla, Allah razı olsun.

  • Fikret KABA

    26.4.2023 22:52:34

    Ben bu yazıdan şunu anlıyorum. Nur Talebeleri İttihad-ı İslam ile vazifelidir. Bu vazife gereği siyasi tercih yaparken bakmaları gereken noktalar bir partinin yol, köprü, enflasyondan veya İttihad-ı İslamdan dem vurması değil, bu ittihadı asıl sağlayacak olan demokrasi, hukukun üstünlüğü, parlamentonun ve STK ların güçlendirilmesi gibi konularda ne kadar ilerleme kaydettiği olmalıdır. Çok önemli ve dağınık bilgileri bir yazıda toparladığı için yazarımızı tebrik ederim.

  • S.topuz

    26.4.2023 15:10:11

    ..."Evet yüzer kudsî kahramanları yetiştiren ve binler manevî kumandanları ümmetin başına geçiren ve hakikat-i Kur'aniyenin mayası ile ve imanın nuruyla ve İslâmiyet'in şerefiyle beslenen, tekemmül eden Âl-i Beyt, elbette âhirzamanda şeriat-ı Muhammediyeyi ve hakikat-i Furkaniyeyi ve Sünnet-i Ahmediyeyi (A.S.M.) ihya ile, ilân ile, icra ile, başkumandanları olan Büyük Mehdi'nin kemal-i adaletini ve hakkaniyetini dünyaya göstermeleri gayet makul olmakla beraber, gayet lâzım ve zarurî ve hayat-ı içtimaiye-i insaniyedeki düsturların muktezasıdır."... Bediüzzaman Said Nursi, Şualar - 590

  • Recep TUNA

    26.4.2023 14:29:54

    Kaleminize Yüreğinize sağlık üstadım

  • Cenk Çalık

    26.4.2023 11:16:09

    Meselenin çözümünün ilk ve önemli noktasının kişinin kendisinde olduğunun tespiti fevkalde önemli. Bunun için dini noktadan başlayarak konuyla alakalı eğitim tamamlanması politik vechin tali konumda kalması elzemdir. Ferdin inşası her zaman en öndeki mevzudur. Konu doğru idrak edilemezse sonraki merhaleler (İttihad-ı İslam,Meşrûtiyet-i Meşrûa,Şûrâ,Şahs-ı Manevîler) vücuda gelmeyecektir. İttihad-ı İslamın tarihi vetiresi ve Üstadı'ın düşünlerinin de nazara verilmesiyle konu bütünlüğü sağlanmış oldu. Allah razı olsun kıymetli hocam. Emeğinize, yüreğinize sağlık. Baki selamlar.

  • Cenk Çalık

    26.4.2023 10:21:03

    Panislamizm ve İttihadı İslam arasındaki temel farkın siyasi ve dini noktada olduğunun nazara verilmesi gayet kıymetli. Bu ayrımın doğru yapılmadığında ve anlaşılamadığında neticelerin menfi olduğu aşikardır...

  • Cenk Çalık

    26.4.2023 10:17:42

    Evvela uzun bir aradan sonra yeniden yazınızı okumak ilaç gibi geldiğini itiraf etmem gerekiyor. Hakikaten özlemişiz. Ümidimiz ve duamız düzenli bir şekilde yazılarınıza devam etmenizdir. Rabbim ikram ve ihsan buyursun. Amin!

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı