Zafer, benim için kardeşten de ileri, canımdan bir parça gibiydi.
Çocukluğunda, ele avuca sığmaz bir yapısı vardı. Üç yaşında havale geçirdi, daha sonra göz tansiyonundan kaynaklı, altı ameliyat geçirdi. Zamanla, görmesinde azalma oldu. On üç yaşında, tamamen karanlıkta kaldı. Ailece, bizi de etkiledi. Bu duruma alışamadık. Babamın mesleği gereği, çevresi genişti. Araştırmalar sonucunda, körler ilkokuluna gönderdik. İlk başlarda biraz zorlandı, ama sonradan alıştı. Azimliydi, inatçı bir yapısı vardı, vazgeçmezdi, başardı da.
Bizim alt katımızda bir dershane vardı. Oranın bir odasının penceresi, apartmanın içine bakıyordu. Dört bir tarafı kitaplarla dolu idi. Merak duygusuyla, ödevimi yapmak için kapının zilini çaldım, güler yüzlü bir abi açtı. İçeri girdim, tanıştıktan sonra, ‘Birinci Söz’den okudu. Çok hoşuma gitti. Daha sonraki gidişlerimde, Zaferi de götürdüm. Risale-i Nurlar’ı bu vesile ile tanımış oldu.
İmkânlar kısıtlıydı, babam tablet ve beyaz karton kâğıtlar almıştı, onlara Risalelerden vecizeleri yazdırıyorduk. Bu yetmeyince, altı nokta daktilosu aldık. Daha uzun bahisleri yazıyordu. Sabırla onları ezberliyordu, hafızası çok kuvvetliydi. Hatta, yolda giderken, cep telefonlarının olmadığı zamanlarda, birisi numarasını verdiğinde, “Zafer unutma” derdim. Daha sonraki yıllarda körler ortaokulu, Mimar Kemal Lisesi’ni bitirdi. Üniversite imtihanını, hiç kursa gitmeden, kendi imkânlarıyla, bir seferde, Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi, kamu yönetimini kazandı ve şükür, başarıyla mezun oldu. Risale-i Nur derslerini hiç kaçırmazdı, dershanedeki kardeşlerin isimlerini bilir, ben de ondan öğrenirdim. Genellikle, başta ‘Fidan’ olmak üzere, dershanelere ben getirirdim. Kimin düğünü, cenazesi olsa, mutlaka giderdi. Bana da haber verirdi. Evinde, bir takım Külliyat vardı. Neşriyatı yakından takip ediyordu, okuyamasa da, Yeni Asya Gazetesi’ni, hizmete yardım olsun diye mutlaka alırdı.
Ölümün ayak sesleri, bu koronada daha çok duyulmaya başladı. Birkaç ay önce, ben de korona oldum. Zafer nasıl telâşelenmiş, “abim ölecek“ diye nasıl üzülüp, herkese derdini anlatmış. Şükür, hastaneden taburcu olup kurtuldum. Beni, hastanedeyken adım, adım takip edip, arkadaşlara haber vermiş.
Ama kader işte, bir gün, o da yakalandı. Ben atlattığım için, onu da anlatır zannettim, fakat maalesef atlatamadı ve Zafer’im, can kardeşim, çocukluğumdan beri arkadaşım vefat etti. Kimseyi üzüp gücendirmedi, kızmadı, kötü söz söylemedi. Allah rahmet eylesin sana Zafer’im, can kardeşim, can yoldaşım. Allah makamını Cennet etsin inşallah. Sen şehid oldun, burada gözleri görmeyen, orada en uzağı gösteren teleskop gibi gözlerle bakacaksın inşallah.
Bu vesileyle de, gazetemizde haber yapan, ilân veren ve en önemlisi de, yazılarıyla Zafer’i anlatan, başta Kâzım abi olmak üzere, bütün yazar abilerimize, bizi yalnız koymayan, kardeşten ileri cemaatimize çok teşekkür ederiz. İyi ki Rabbimiz, bizi böyle bir cemaat içine aldı.