Bir zaman, elîm bir esaretimde, insanlardan tevahhuş edip Barla Yaylasında, Çam Dağı’nın tepesinde yalnız kaldım. Yalnızlıkta bir nur arıyordum. Bir gece, o yüksek tepenin başındaki yüksek bir çam ağacının üstündeki üstü açık odacıkta idim. Üç dört gurbeti birbiri içinde ihtiyarlık bana ihtar etti. Altıncı Mektub’da izah edildiği gibi, o gece, ıssız, sessiz, yalnız, ağaçların hışırtılarından ve hemhemelerinden gelen hazin bir seda, bir ses, rikkatime, ihtiyarlığıma, gurbetime ziyade dokundu. İhtiyarlık bana ihtar etti ki: Gündüz nasıl şu siyah bir kabre tebeddül etti, dünya siyah kefenini giydi; öyle de, senin ömrünün gündüzü de geceye ve dünya gündüzü de berzah gecesine ve hayatın yazı dahi ölümün kış gecesine inkılâb edeceğini kalbimin kulağına söyledi. Nefsim bilmecburiye dedi:
Evet, ben vatanımdan garip olduğum gibi, bu elli sene zarfındaki ömrümde zeval bulan sevdiklerimden ayrı düştüğümden ve arkalarında onlara ağlayarak kaldığımdan, bu vatan gurbetinden daha ziyade hazin ve elîm bir gurbettir. Ve bu gece ve dağın garibâne vaziyetindeki hazin gurbetten daha ziyade hazin ve elîm bir gurbete yakınlaşıyorum ki, bütün dünyadan birden müfarakat zamanı yakınlaştığını ihtiyarlık bana haber veriyor. Bu gurbet gurbet içinde ve bu hüzün hüzün içindeki vaziyetten bir rica, bir nur aradım.
Birden, iman-ı billâh imdada yetişti. Öyle bir ünsiyet verdi ki, bulunduğum muzaaf vahşet bin defa tezauf etseydi, yine o teselli kâfi gelirdi.
Evet, ey ihtiyar ve ihtiyareler! Madem Rahîm bir Hâlık’ımız var; bizim için gurbet olamaz. Madem O var; bizim için her şey var. Madem O var; melâikeleri de var. Öyle ise bu dünya boş değil; hâlî dağlar, boş sahralar Cenab-ı Hakkın ibadıyla doludur. Zîşuur ibadından başka, Onun nuruyla, Onun hesabıyla taşı da, ağacı da birer munis arkadaş hükmüne geçer, lisan-ı hal ile bizimle konuşabilirler ve eğlendirirler.
Evet, bu kâinatın mevcudatı adedince ve bu büyük kitab-ı âlemin harfleri sayısınca, vücuduna şehadet eden; ve zîruhların medar-ı şefkat ve rahmet ve inayet olabilen cihazatı ve mat’umatı ve nimetleri adedince rahmetini gösteren deliller, şahitler, bize Rahîm, Kerîm, Enis, Vedûd olan Hâlık’ımızın, Sâniimizin, Hamî’mizin dergâhını gösteriyorlar. O dergâhta en makbul bir şefaatçi, acz ve zaaftır. Ve acz ve zaafın tam zamanı da ihtiyarlıktır. Böyle bir dergâha makbul bir şefaatçi olan ihtiyarlıktan küsmek değil, sevmek lâzımdır.
Lem’alar, 26. Lem’a, s. 353
LUGATÇE:
Hâlık: her şeyi yoktan var eden, yaratıcı; Allah.
Hamî: himaye eden, koruyan, gözeten, Allah.
hemheme: rüzgârın esmesi ile ağaç yapraklarından çıkan sesler.
ibad: kullar.
mat’umat: yiyecekler.
melâike: melekler.
rikkat: şefkat, merhamet.
Sâni’: her şeyi sanatlı olarak yaratan, Allah.
tevahhuş etmek: ürkeklik göstermek, ürkmek.
tezauf: kat kat artma.