Mısır’daki darbeci Sisi ile Türkiye’nin demokraSisi’nin katili ve boyası dökük demokratı Erdoğan el sıkışmış.
İktidar beslemesi medya bu hadiseyi “normalleşme” olarak takdim etmeye çalışıyor. Yutturabilirse yedirecek.
Bize göre yanlış olan iki başkanın el sıkışması değil.
Zira diplomasinin kendi kuralları, krizleri ve normalleri var.
Yanlış olan, dış politika ile ilgili diplomatik süreçleri ve nezaketleri bir kenara bırakıp dış meseleleri iç politikaya alet ve malzeme ederek büyük lokma yutmak ve ardından da tükürdüğünü yalayan bir pozisyona girmek.
Böyle olunca dıştaki rezillik içteki vezirlikten daha büyük oluyor.
Mesela Mısır medyasının dediği oluyor: “Katar’daki Dünya Kupasının ilk golünü Sisi attı!”
İçeride siyasette de durum pek farklı değil. Olan bizim eğri belli dalkavuklara oluyor.
Gerçi onlar patlıcanın değil padişahın dalkavuğu olmakla zaten övünüyorlar ve dalkavukluk zaten bu demek.
Ama koskoca medyanın “dalkavuklarca dolu” olması aklın alacağı bir şey değil. Ancak Türkiye demokrasisinde(!) olur.
Hele aynı zirvedeki diğer zırva tam bir tevilsizlik örneği.
Erdoğan çok zaman yaptığı çiğliği yine yapıyor ve Makron’un omuzuna elini koyup “beden dili” sandığı bir hareketle “ben senden üstünüm” demeye çalışıyor.
Ama Makron da temkinli, temrinli ve tembihli olacak ki önce elini cebine atıp saçma muhabbete bir son vermeye çalışıyor. O da olmayınca bu sefer o da Erdoğan’ın omuzuna elini koyuyor ve bunun üzerine Erdoğan mecburen elini indiriyor.
Erdoğan’ın diplomasi danışmanlarının kim olduğunu merak etmiyoruz.
Erdoğan’a söz dinletebildiklerini ve dinletebileceklerini de sanmıyoruz. Hatta böyle bir gayretlerinin olduğunu bile sanmıyoruz. Kendilerine böyle bir rol biçilmediğinden emin gibidirler.
Zira oralarda da patlıcan aşkından padişah aşkına terfi etmiş çok “miktarda” dalkavuğun var olduğu anlaşılıyor.
En ilginci de şu:
AKP tayfası Mevlana’ya atfedilen “dün dünde kaldı cancağızım, şimdi yeni şeyler söylemek lazım” vecizesini de sadece kendi karizmatik (kerameti kendinden menkul) liderine yakıştırıyor.
O tayfa zaten merhum Demirel’den hazzetmez. Onun “dün dündür, bugün bugündür” özdeyişini anlamaya çalışmak yerine döneklik alameti sayar.
O sebeple o tayfa daima anı yaşar:
“Dün dündür, gün bugündür. Yarına isterse kopsun kıyamet. Yeter ki o gün gelinceye kadar iktidar bizde kalsın. Hesap da inanıyormuş gibi yaptığımız ahirete kalsın. Nasıl olsa -eğer o gün gelirse- lider bizi orada da kurtaracak…”