Dış siyasetten anladığımızı iddia edemeyiz. Özel ilgi alanımızda değil ve sizin için takip de etmiyoruz. Dolayısıyla başlık sizi yanıltmasın. Yazımız iç siyasetle ilgili.
Çoktandır RTE olarak da okunabilir hale gelmiş olan TRT yeni bir tarih dizisine girişti. Kudüs Fatihi Selahaddin Eyyübî’yi anlatacakmış.
Diriliş ve benzeri, uzak tarihi, Selçukluyu ve Osmanlıyı anlatan filmlerin sosyal doku üzerindeki tesirlerini çok ciddiye almadık. Ne de olsa maziye ait uzak bir hayali anlatıyorlardı.
Ancak sıra yakın maziye ve bilhassa Abdülhamid’e geldiğinde işkillendik ve maalesef haklı çıktık.
Bu tür filmlerdeki dramatizede gerçek dışı bazı hususların bulunması hor görülmüyor. Elbette makul ölçüde olmak kaydıyla.
Ama bazı arka plan amaçlar görünür hale gelince haklı olarak endişe ediyoruz.
Nitekim, geldiğimiz noktada, bilhassa Payitaht Abdülhamid ile birlikte, Erdoğan’ın tek adamlığını pekiştirme gayretlerinin işe yaradığını görüp üzüldük. Zira “demokrasi küfür rejimidir” diyenlerin bu batıl inancını pekiştirmeye yaradı.
Daha da önemlisi bu dizilerle cumhuriyet düşmanı ve saltanat taraftarı dindarların sayısının arttırıldığını gördük ve üzüldük. Zira mesela Osmanoğlu soyadlı bazı kişilerin sırf büyük dedeleri sebebiyle TV ekranlarının başgediklileri haline getirilmesi kalbimizi titretti.
Bediüzzaman’ın ve Talebelerinin bu konuda dindarlar ve dinî gruplar arasında neredeyse tek istisna olarak kalmasına ise üzülmekle kalmadık. “Ben de Bediüzzaman’ın talebesi sayılırım ya da olmak istiyorum” diyen Erdoğanseverlerin bir kısmının ateşli tek adamcılığını da hararetli saltanatçılığını da endişeyle izledik ve izliyoruz.
Bu sebeple konu Kudüs ve Selahaddin Eyyübî olunca hem din milliyetçiliği ve hem de ırk milliyetçiliği istismarı riski belirdi.
Nitekim daha filmin fragmanını görünce bile anlıyoruz ki bir arka plan hedef var.
Hem de öyle yirmi beşinci karede filan değil. Açıktan. Ve birilerinin, başka birilerinin kör parmağını, köreltmek istedikleri gözlere göz göre göre sokarcasına yaptığı bir iş.
Fragmanda “Haçlı Kâfirler”den söz ediliyor.
Bu tür bir söylem tarihî vakıalara uygun olabilir. Ama bugüne ve geleceğe hiçbir faydası yoktur.
Zira bu söylem İsrail karşısında demokrasiyle ve demokraside birleşmesi gereken Müslümanları ve Hıristiyanları böler. Bu bölünme de zaten bölük pörçük haldeki Müslümanları ayrıca böler.
Bu söylem, izleyicilerin ve sonrasında da onlardan etkilenecek olan Batının, İsrail’i ve Filistin düşmanı İsrailli Yahudileri, zihninde Hıristiyanların yanında konuşlandırmasına sebep olur. Hıristiyanların da Müslümanlara karşı İsraillilerle iş birliği yapmasına, sürdürmesine ve geliştirmesine yol açar.
Halbuki Kudüs ve Filistin meselesinde biliyoruz ki, Müslümanlara nazaran sayıca az da olsalar Hıristiyan Araplar da İsrail zulmünün mağduru durumundalar.
Ve biliyoruz ki eğer Batı’nın Filistinlilerle gerçek duygudaşlığı ortaya çıkarılabilirse hem insanî kardeşlik fikri ve hem de Hıristiyanlık üzerinden kardeşlik fikri İslam’ın ve Müslümanların lehine sonuç doğurabilir.
Hür dünyanın ve sivil inisiyatiflerin İsrail Yahudilerine karşı duruşunu, bu sayede, Batının devletleri de benimseyebilir ve destekleyebilir.
Bu ise hak arayışında olan ve daha adil yeni bir dünya düzeni arzu eden Müslümanların desteğini arttırır ve elini güçlendirir.
Hamaset ise tehlikelidir. Hele içeriye hamaset…