İnsanları, Bediüzzaman’ın, Kur’ân ve Sünnet-i Seniyye’den istihraç ettiği dünya çapındaki şu ölçüye göre değerlendirelim mi?
“Sual: Neden hüsn-ü zannımıza su-i zan edersin? Eski padişahlar ve eski hükûmetler seni haktan çeviremedi. Jön Türkler sizi kendilerine râm ve müdaheneci edemediler. Zira seni hapis ettiler, asacaklardı; sen tezellül etmedin. Merdane çıktın. Hem sana büyük maaş vereceklerdi, kabul etmedin. Demek sen onların taraftarlığı için demiyorsun. Demek hak taraftarısın.
“Cevap: Evet, hakkı tanıyan, hakkın hatırını hiçbir hatıra feda etmez. Zira, hakkın hatırı âlidir; hiçbir hatıra fedâ edilmemek gerektir. Fakat şu hüsn-ü zannınızı kabul etmem. Zira bir müfside, bir dessasa hüsn-ü zan edebilirsiniz. Delil ve âkıbete bakınız.”1
Üstadı mihenge vuracağız da, vuruyoruz da, “siyasetçileri, ağabeyleri, hocaları, hele hele zıvanadan çıkmış, siyaset zebunu olmuş, politikacıları mihenge vurmayacak mıyız; vurmamalı mıyız?
İktidarın son zamanlarındaki uygulamaları “müfsit/bozguncu” değil mi? Bunları yapan siyasetçiler müfsit değil mi?
Dindarı dindara kırdıran, aileleri, cemaatleri, toplumu biribirine düşüren, düşman eden, sorgusuz-sualsiz, belgesiz, muhakemesiz, savunma hakkı tanımadan insanları işinden eden, malına el koyan, hapislere tıkan, aylarca mahkemeye bile çıkarmayan, milyonlarca çoluk-çocuğu perişan eden müfsit değil mi?
Mahkemeye çıkarılmadan, savunma hakkı tanınmadan, suçu sabit olmadan, belge ve hileli dayanmadan; ihbar ve iftiralarla yüz binlerce insanı peşinen suçlu kabul edip; eşinden, çoluk-çocuğundan, işinden, hürriyetinden, malından mahrum edip cezalandıran zalim olmaz mı?
Sütten kesilmemiş bebeleri annelerinden koparan; yeni doğum yapan ve hamileleri hapse atan hain ve zalim olmaz mı?
“Velateziru vaziretun vizre uhra/Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez.”2 âyeti hükmünün aksine suçsuz insanları; yani, devletin izin verdiği, tasvip ettiği, kontrol ettiği, teşvik ettiği, takip ettiği, kanunî, hukukî kuruluşları olan okullara, şirketlere, sendikalara üye olan, Banka’ya para yatıran insanları sorgusuz, sualsiz, mahkemesiz hapse atan, aylarca orada tutan ve mahkemeye bile çıkarmayan zalim değil mi?
Buna karşılık, birçok âyet ve hadis-i şeriflerle sabit olan, “emr-i bil-ma’ruf, nehy-i anilmünker”i yapmayalım mı?
Keza, Peygamberimizin (asm), “Bir kötülüğü gördüğünüzde elinizle, elinizle düzeltemezseniz dilinizle, dilinizle de düzeltemezseniz kalbinizle buğz edin. Bu da imanın en zayıf derecesidir.”3 buyurduğunu bilmiyor musun?
Lokman Sûresi’nin 17. Âyetinin mealine göre de, “Emr-i bil-ma’ruf, nehy-i a’nil-münker” bize farz değil mi?
Dipnotlar:
1- Münâzarât, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 1999, s. 48-49. 2- En’âm Sûresi, 6:164; İsrâ Sûresi, 17:15; Fâtır Sûresi, 35:18; Zümer Sûresi, 39:7. 3- Müslim, İman, 78.