Kimi zaman, kimi sapkın zihniyetliler, “Kur’ân mı, Risale-i Nur mu?” şeklinde sordukları soru cerbezedir. Ve aslında Kur’ân’ı bilmemek veya hakikatini saptırmaktır. Bir sefer sonsuz isim ve sıfatlar sahibi Hâlık-ı kâinat ile, sonsuz âciz bir mahlûk olan insanın fiil ve sıfatları asla kıyaslanamaz…
“Kur’ân Kelâm sıfatı da sonsuz olan Allah’ın kelâmıdır. “Mahzen-i mu’cizât ve mu’cize-i kübrâ-i Ahmediye (asm) olan Kur’ân-ı Hakîm-i Mu’cizü’l-Beyân” kendisini şöyle tanıtır:
“Kur’ân der ki: ‘Eğer yerdeki ağaçlar kalem olup, denizler mürekkep olsa, Cenâb-ı Hakk’ın kelimâtını yazsalar, bitiremezler.” (Kehf Sûresi 109) “Yaş ve kuru ne varsa ap açık bir kitapta yazılmıştır.” (En’âm Sûresi, 6:59)
Kur’ân, “İsm-i Âzamdan ve her ismin âzamlık mertebesinden gelmiş. Hem bütün âlemlerin Rabbi itibâriyle Allah’ın kelâmıdır. Hem bütün mevcudâtın ilâhı ünvanıyla Allah’ın fermanıdır. Hem semâvât ve arzın Hàlıkı haysiyetiyle bir hitâbdır. Hem Rubûbiyet-i mutlaka cihetinde bir mükâlemedir.” (Bediüzzaman, Sözler, s. 123)
Kur’ân, “Bütün insanın bütün hâcât-ı mâneviyesine mercî olacak çok kitapları tazammun eden tek, câmi’ bir kitâb-ı mukaddestir. Hem… birer risâle ibraz eden mukaddes bir kütüphâne hükmünde bir kitâb-ı semâvîdir.” (Bediüzzaman, Sözler, s. 331)
Şimdi gelelim “Kur’ân mı, Risale-i Nur mu?” şeklindeki cerbezeli soruya, cerbezeli cevaba: Kur’ân mı, Kur’ân kursu mu; Kur’ân mı, İmam-Hatip lisesi mi, İlahiyat fakültesi mi; Kur’ân mı, tefsir mi; Kur’ân mı, hadis mi; Kur’ân mı, Kelâm mı; Kur’ân mı, fıkıh mı; Kur’ân mı? Elbette bu cerbezeli sorular kasıtlıdır. Zira, Kur’ân’ı okursunuz, ezberlersiniz. Tek bir harfinin normal zamanlarda on sevabı varsa, mübarek gün ve gecelerde okunması yüzler, binler, on binler sevap ve feyiz verir.
Ama, Kur’ân’ı “anlamak”, tefekkür ve terennüm ederek, müzakere, mütalâa etmek çok daha sevaplı feyizli değil mi? Ki, “Bir saat tefekkür bazen bir sene ibadetten daha hayırlıdır.” (Suyutî, Camiu’s-Sağir, II/127)
Şu halde, “Kur’ân mı, Risale-i Nur mu?” cerbezeli sualine şu cevap verilebilir: “Bu defa mektubunuzda, ‘Hıfz-ı Kur’ân’a çalışmak ve Risale-i Nur’u yazmak, bu zamanda hangisi takdim edilse daha iyidir?’ diye sualinizin cevabı bedihîdir. Çünkü, bu kâinatta ve her asırda en büyük makam Kur’ân’ındır. Ve her harfinde, ondan ta binler sevap bulunan Kur’ân’ın hıfzı ve kırâati her hizmete mukaddem ve müreccahtır. Fakat, Risale-i Nur dahi o Kur’ân-ı Azîmüşşanın hakaik-i imaniyesinin bürhanları, hüccetleri olduğundan ve Kur’ân’ın hıfz ve kıraatine vasıta ve vesile ve hakaikini tefsir ve izah olduğu cihetle, Kur’ân hıfzıyla beraber ona çalışmak da elzemdir. (Kastamonu Lâhikası, s. 47)