Fert, aile, cemaat ve milletlerin, özellikle İslâm âleminin terakki ve ilerlemesi, “ümit, moral, aşk ve şevklerin uyandırılmasına” bağlı. “Terakkiyat (yükselme) ve âsâyiş” (toplum hayatının düzeni, güven ortamı), Müslümanların;
Mesailerinin tanzimine (iş bölümü, yani herkesin selâhiyet ve mesuliyetlerinin belirtilmesine) Ve mâbeynlerindeki emniyetin tesisine (aralarındaki emniyet ve güvenin tesesine, emniyet/güven ortamının oluşturulmasına) Ve teavün düsturunun teshiline muhtaçtırlar. (Yardımlaşma prensibinin kolaylaştırılması.) Bu ihtiyaç da, dinin evâmir-i kudsiyesiyle ve takvâ ve salâbet-i diniye ile olur. (Bediüzzaman, Lem’alar, s. 126) Yani, dinin kudsî emirleri, takva-menhiyat ve günahlardan çekinmek, amel-i salih dairesinde hareket ve salâbet-i diniye (dine sımsıkı yapışmakla) olur. Yani Risale-i Nur’un prensiplerine, sım sıkı yapışmakla olur.
Ki, zaten, “Terakki ve ticaretin esası (da) emniyet ve âsâyiş”tir. (Bediüzzaman, Mektubat, Enstitü /internet, s. 424)
Güven önemlidir. Harici ve dahili sıkıntılardan dolayı fertler arasında hak ihlâlleri ve savrulmalar yaşandı, “mâbeynlerindeki emniyet/güven” ortamı kayboldu. Bunun tesisinin bir yolu da “helâllik almak ve özür dilemektir.” Yoksa, “güven sun’î/yapay, zahiri ve geçici olur.
Evet, beşeriz, şaşarız. Hepimiz hata ederiz. Ve ahirzamanın dehşetli fırtınaları içinde istemeden de savruluruz. O durumlarda samimî bir Nur Talebesi “helâllik almalı.” Onun da yolunu Bediüzzaman şöyle formüle etmiştir: “Nefsini itham eden, kusurunu görür. Kusurunu itiraf eden, istiğfar eder. İstiğfar eden, istiaze eder. İstiaze eden, şeytanın şerrinden kurtulur. Kusurunu görmemek, o kusurdan daha büyük bir kusurdur. Ve kusurunu itiraf etmemek, büyük bir noksanlıktır. Ve kusurunu görse, o kusur kusurluktan çıkar. İtiraf etse, affa müstehak olur.” (Lem’alar, s. 91)
Demek ki, “affa müstahak” olmak, “kusurunu görüp itiraf etmek, helâllik alıp özür dilemekle” mümkün. Bu da iç ve vicdanî muhasebe ile olur.