Uygun kelime kullanmamak, aynı zamanda mantık hatasını da netice vermektedir:
* “Çok sevinçliydi. Adeta etekleri tutuşmuştu.”
Etekleri zil çalsa, tutuşmazdı böyle!
* “Yazar, gelecekle ilgili anılarını yazacakmış.”
Mâziyle ilgili hâtıraları dedem de yazar, mârifet istikbaldekini önceden yazabilmek!
* “İkinci Dünya Savaşı’nın sonuçları üzerine Atatürk şöyle der:”
Yazar, Cihan Harplerinin sırasını karıştırmış veya ilkokuldan bu yana “Atam sen ölmedin.” terânelerinin tesirinden kendini el’an kurtaramamış.
* “Müslümanlar, Fatihlerin ve Yavuzların torunları olarak kendine gelmeli.”
Tamam, kimi filmlerde Osmanlı sultanlarını ömürleri haremde geçmiş insanlar olarak gösterme gayretine şahit oluyoruz ama, bütün Müslümanların, Fatih ve Yavuzların sulbünden geldiğini sanmak da fazla mübalağa!
* “Yarının mutlu günlerine özlem duyuyorum.”
Kalp gözü açıkmış desek kesmez; ilm-i ledun sahibi olmalı zât-ı muhterem.
* “Yaramazlıklarıyla öğretmenin gözüne giriverdi.”
Göze batmak iyi bir şey değildir; usulca süzülüvereceksin böyle gözden içeri.
* “Öldüğü günden beri onu görmedim.”
Çok vefasız mevtaymış. İnsan arada bir ahbaplarına uğramaz mı yahu!
* "Türkiye’nin 1071 Malazgirt’in fethinden beri demokrasi, siyasî, ekonomik, askerî, vd. alanlardaki ilerleyişi Batı istikametlidir."
1950’lere kadar cemalini göremediğimiz demokrasi, meğerse Malazgirt ile tev’em imiş de haberimiz yok. Onu geçtik de “demokratik” yerine “demokrasi” kullanılınca “demokrasi alanlardaki ilerleyiş” gibi bir tamlama yanlışı da araya sokuşturulmuş oldu.
* "Buram buram kokar / Kalbimin kıpırtıları."
“Duyular arası aktarma” diye bir şey vardır gerçi. Fakat oraya da sokamadım bu ifadeyi.
Bir hâfızı övmek için “Kadife gibi / yumuşak sesi var.” dersiniz ya; o hesap. İşitme duyusunun şumûlündeki ses için, dokunma duyusunu ilgilendiren “yumuşak” kullanıldı.
“Kıpırtı” hangi duyu kapsamına girmekte, o bile şâibeli. Normalde “göz” ile idrak edilen bu kelime “kalbimin kıpırtıları” ifadesinde gözün sınırlarını aşıyor. Dışarıdan bakanın görebileceği bir kalp devinimi olsa, kıpırtı denmez. Çarpıntı bile az gelir başkasının görebileceği kalp hareketine.
Daha “Kalbimin kıpırtıları”nı bir duyu alanına sokamamışken bir de “buram buram” kokutunca?.. Bu “aktarma” denilen şey de “haber-i vahid” ile tescil olmuyor; tevâtür lâzım.
Şu güftedeki anlatım kusurunu kim bulacak?
* “Ben seni ellerin olsun diye mi sevdim?”
***
Sıra geldi şapka sehvine:
“Bazı Nur Talebeleri memleketin değişik yerlerinde dinî, millî, içtimaî, HAMASÎ konuşmalar yaparak milleti tenvir hareketine hız verdiler.”
“Hareketü’l Mukavemetü’l İslâmiye/İslâmî Mukávemet Hareketi” denilen teşkilatın kısa adıdır HAMAS. Başkanı İsmail Heniyye, Tahran’da, İran Devrim Muhafızları’nın korumasındayken bombalı suikastla şehit edilmişti.
HAMÂSÎ konuşmalar heyecan verir, coşturur. Lüzûmu hâlinde çok da işe yarar. Fakat Devlet Başkanımızın -meclis açılışında hem de- İsrail’in Türkiye’yi de vurabileceği ifşâsından sonra, siz siz olun HAMÂSÎ konuşmalar yapsanız da, HAMASÎ konuşmalardan kaçının. İsrâil bu; kuduz köpek gibi. Ne zaman ne yapacağı belli olmaz. HAMAS propagandası yaptınız diye bir bomba da size gönderiverir (mi acaba?)
Bu şapkanın, adamın başına neler getirebildiğini yakın tarihimizdeki ibretli misallerinden öğrenmediyseniz, Cumhurbaşkanımızın İsrâil tehlikesiyle ilgili mükerrer ikazlarını düşünün ve hamasî nutuklara bir şapka daha geçirin: hamâsî.
Boşuna mı diyoruz: Şapkadan geçin; şapka deyip geçmeyin!