Sahtekâr; sahte işler yapan demektir. Aynı zamanda yalancı, müfteri, dolandırıcıdır. Keza, sahtekârları kullanan, piyasaya süren de sahtekârdır.
Unutmayalım, her mesleğe, her cemaate, her tarikata sahtekârlar sızar veya sızdırılır.
Doktorların içinde sahtekâr yok mudur? Daha doğrusu sahtekâr, doktor diye görünmez mi; görülmedi mi?
Sahtekâr yönetici, siyasetçi yok mu? Askerî bürokrasiye sahtekâr sızmaz mı?
Sahtekâr öğretmenciliğe soyunmaz mı? Sahtekâr tüccar, esnaflığa girmez mi?
“Sahtekâr öğretmen, sahtekâr doktor, sahtekâr dindar, sahtekâr tarikatçı yoktur; öğretmenliğe, doktorluğa, tarikatçılığa soyunan sahtekâr vardır!”
Elbette sahtekâr yüzünden, meslek, cemaat ve tarikatların içine sızarsa, onu cezalandırmak lâzım. Çünkü, suçun şahsiliği esastır. Anne-baba reşit olmuş çocuklarının, çocuklar anne-babalarının, kardeşlerinin, akrabalarının, komşularının-ilaahir-hatasından, kusurundan, suçundan mesul tutulabilir mi?
“Velateziru vaziretun vizre uhra/Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez.” (En’âm Sûresi, 6:164) hakikatince kimse başkasının suçundan dolayı cezalandırılamaz. Bu da Kur’ân’ın cihanşumül prensibi, günümüz hukukunun da kabul ettiği bir hakikat değil mi?
Anne-baba çocuğunun, çocuklar anne-babanın hatasından dolayı suçlanamaz, cezalandırılamaz değil mi? Peki, bir sahtekârın işlediği bir suçtan dolayı bir tarikat veya cemaatte görünüyor diye diğer mensuplarını suçlu görmek zulüm olmaz mı?
“Şarkta bir nefer hata etse, garpta bir nefere askerlik münasebetiyle zahmet ve ceza vermek; veya İstanbul’da bir esnafın cinayetiyle Bağdat’ta bir dükkâncıyı esnaflık münasebetiyle mahkûm etmek nevinden” (Mektubat, s. 66) işler yapmak yanlış değil mi?
Sahte ve sapıtmış gruplar olabilir, vardır. Sahtekârlar elbette cezalandırılmalıdır. Ama sadece sahtekârlık yapanlar.