Risâle-i Nur’un ilme yaklaşımını ve dilinin ağırlığının nirengini kavrayabilmek için Bediüzzaman’ın müceddidliği, tecdidi perspektifinden bakmalıyız.
Sıklıkla; “Asrın imamını tanımadan ölen, cahiliyye ölümüyle ölür’ meâlinde bir hadis-i şerîf var mıdır? Bediüzzaman, kastedilen imam mıdır? Bunu insanlara anlatmakta ölçümüz ne olmalıdır?” şeklinde tartışma mevzuu suâllere cevap bulmaya çalışalım.
Kur’ân ve Sünnet’e göre tecdid nedir; müceddid, müçtehid kime denir? Her konuda olduğu gibi, imâmet, müceddidlik meselesinde de müracaat edeceğimiz birinci kaynak, Kur’ân’dır. İkinci kaynak ise, Sünnet’tir, hadîsdir.
Tecdid; yenileme, restorasyon, imar demektir. Müceddid; dini hakikatleri, yâni, Kur’ân ve Sünnetin o devreye bakan hüküm, değerlendirme ve bakış açısını açığa çıkaran, çağın, zamanın anlayışına göre yeni, orijinal izahlar getiren ve meseleleri isbat ile izah derin İslâm âlimi ve mütefekkiridir. Bu arada, İslâmiyete hulül eden ve başka kültürlerden sızan hurafe ve yanlışları temizler. Yeni bir bakış açıları getirir.
Kezâ, müçtehid; Kur’ân ve Sünnet’te, imâ, remz, işâret şeklinde beyan edilen hakikatlerden hareketle veya âyet, hadîsleri te’lif ederek hüküm çıkaran derin İslâm âlimidir. Yalnız gözden kaçırılmaması gereken önemli bir nokta vardır: Müceddidler, müctehidler yeni bir mesele ilâve etmezler, yeni bir hüküm koymazlar. Onlar da, Kur’ân’a ve Sünnet’e tâbidirler. Remzen, işâreten konmuş olan kapalı hükümleri, meseleleri sadece, açıklarlar, yorumlarlar, ortaya çıkarırlar, zamanın anlayışına sunarlar, yeni ve orijinal bir açıdan ele alırlar... Ve İslâmiyete yapılan hücûmları durdururlar, sokuşturulmuş olan hurâfeleri temizlerler, yanlış anlaşılmaları engellerler. İslâmı, asrın idrâkine sunarlar.
İmamlık, önderlik, müceddidlik, müçtehidlik gibi meselelere, Kur’ân, şöyle işâret etmektedir:
“Onun tevilini Allah’tan başkası bilemez. İlimde derinlik ve istikamet sahibi olanlar ise, ‘Biz buna inandık. Hepsi Rabbimizin katından indirilmiştir”1 deyip o gizli hakikatleri izhar ederler, açıklarlar.2 Bir diğer âyette; Allah’a itaat edin, Resûle ve sizden olan emir sahibine de itaat edin... 3
Hz. Peygamber (asm), bu âyet-i kerîmeye, “Kim zamanının imamını tanımadan ölürse, cahiliyye ölümüyle ölür” şeklinde de tefsir eder. Ömer Nasûhi Bilmen, “ululemr” kelimesini fıkıh ıstılâhı olarak ele alarak, “Ya İslâm cemaatinin intibahiyle veya kendisinin kuvvet ve nüfûzuyla hâkimiyet makamını ihraz edip, Müslümanların bir emniyet ve selâmet dâiresinde yaşamalarını temine muvaffak olan herhangi bir Müslim zâttır” diye yorumlayarak onun vasıflarını belirlemeye çalışır.
Şu halde, “emir”i, sultan, halife diye anlamak mümkün olduğu gibi, “imam, müceddid, müçtehid” şeklinde de anlamak mümkün. Yâni, bu zât, imân, ibâdet, ilim, fikir, düşünce, eğitim, ittihad-ı İslâm, yüksek İslâm siyaseti, içtimâî ve siyasî meselelerde derin bir ilme, güçlü bir karihaya, sarsılmaz bir dirayete, üstün bir otoriteye sahiptir. İnsanlığın ufkunda yeni ve orijinal çığırlar açarak, yeni medeniyet inşa eder.
Dipnotlar:
1- Al-i İmrân, 7.
2- Şuâlar, s. 498.
3- Kur’ân, Nisâ, 59.