Nemrut, Hz. İbrahim’i (as) yakmak için dağ gibi ateş hazırlayınca bir karınca ağzına bir huzmecik su almış can hıraş koşuşturmaktadır. “Ne oldu, nereye böyle?” diye sorar:
“Duydum ki, zalim Nemrut Peygamberi yakmak için ateşi tutuşturmuş, söndürmeye gidiyorum!” Arkadaşları gülüşür:
“Yahu... Senin taşıdığın sudan ne olacak, bu ateşe hiç kâr etmez ki!” “Ben de biliyorum, ama vazifemi yapıyorum. Bu arada safım da belli olur.”
“Tirajımız, sayfalarımız artmıyor!” diye yeis ve hüzne kapılmayız! Zira biz “başarı, sayı ve sonuç odaklı” değil, “rıza ve hizmet odaklı” çalışıyoruz. “Cenâb-ı Hakk’ın rızası ihlâs ile kazanılır; kesret-i etbâ’ ile ve fazla muvaffakiyetle değildir. Çünkü onlar, vazife-i İlâhiyeye ait olduğu için, istenilmez, belki bazen verilir…” (Lem’alar, s. 156) Evet, “Risale-i Nur’un hizmetinde şahsın vazifesi sadece tebliğdir, netice Allah’a aittir.” (Lem’alar, s. 134)
Sonuç almak meselelerinde şu hakikat önemli:
“Ey sevaba hırslı ve a’mâl-i uh- reviyeye kanaatsiz insan! Bazı peygamberler gelmişler ki, mahdut birkaç kişiden başka ittibâ edenler olmadığı halde, yine o peygamberlik vazife-i kudsiyesinin hadsiz ücretini almışlar. Demek hüner, kesret-i etbâ’ ile değildir. Belki hüner, rıza-yı İlâhîyi kazanmakladır. Sen neci oluyorsun ki, böyle hırsla “Herkes beni dinlesin?” diye, vazifeni unutup vazife-i İlâhiyeye karışıyorsun? Kabul ettirmek, senin etrafına halkı toplamak Cenâb-ı Hakk’ın vazifesidir. Vazifeni yap, Allah’ın vazifesine karışma.” (Lem’alar, s. 156)
Vazifemiz Allah yolunda “cihad” etmektir. Galip veya mağlûp etmek Cenâb-ı Hakk’ın vazifesi, yani işidir, taktiridir:
“Meşhurdur ki, bir zaman İslâm kahramanlarından ve Cengiz’in ordusunu müteaddit defa mağlûp eden Celâleddin-i Harzemşah harbe giderken, vüzerâsı ve etbâı/ona tabi olanlar, adamları ona demişler:
“Sen muzaffer olacaksın. Cenâb-ı Hak seni galip edecek.”
“Ben Allah’ın emriyle, cihad yolunda hareket etmeye vazifedarım. Cenâb-ı Hakk’ın vazifesine karışmam. Muzaffer etmek veya mağlûp etmek O’nun vazifesidir.”
“İşte o zat bu sırr-ı teslimiyeti anlamasıyla, harika bir surette çok defa muzaffer olmuştur.” (Lem’âlar, s. 135)
Öyle ise, vazifeni yap; safını belli et, tevekkül ile gerisine karışma; yeise kapılma!