“Kâinatın neticesi hayat olduğu gibi, hayatın neticesi olan şükür ve ibadet dahi, kâinatın sebeb-i hilkati ve ille-i gayesi ve maksud neticesidir. Evet, bu kâinatın Sâni-i Hayy-ı Kayyûmu, bu kadar hadsiz envâ-ı nimetiyle kendini zîhayatlara bildirip sevdirdi-ğine mukabil, elbette zîhayatlardan o nimet-lere karşı teşekkür; ve sevdirmesine mukabil sevmelerini; ve kıymettar san’atlarına mukabil medh ü senâ etmelerini; ve evâmir-i Rabbânîsine karşı itaat ve ubudiyetle mukabele etmelerini ister.”1Bu manayı açar mısınız?
Kâinat ve Şükür
Kâinat ile şükür arasında çok doğru ve düzenli bir ilişki vardır. Çünkü her nimet, her varlık, her emek teşekkür ister. Kâinatı halk eden, o büyük emeği ortaya koyan ve içine sayısız akıl sahibi varlık koyan yaratıcıya kâinat büyüklüğünde ve sonsuzluğunda sonsuz teşekkür etmek de yaratılan akıl sahibi varlıkların vazifesi olsa gerektir.
Melekler teşekkür edenlerin başında yer alır. Ama sırf “teşekkür etmek” için yaratılmış “cinler ve insanlar” da bu teşekkürün farklı bir boyutunu teşkil ediyorlar. “Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım”2 ayetinden bunu anlıyoruz. İnsanın az ve çapsız teşekkürü Allah katında böyle bir ehemmiyete sahiptir. Çünkü insan kâinatın çekirdeği hükmündedir.
Dolayısıyla kâinatta teşekkür edebilecek varlıkların başında insan gelir. Çünkü donanımı buna elverişlidir. Aklı var, fikri var, envai çeşit ihtiyaçları var ve hepsi karşılanıyor. Sahip olduğu her lüksüne karşılık teşekkür etmesi üzerine bir borçtur, bir vazifedir.
Allah yaratmak Zorunda Değildir
Kâinatın neticesi hayat; hayatın neticesi de şükür ve ibadettir. Şükür ve ibadet kâinatın yaratılış gayesi, biricik gayesi ve varoluş maksadıdır. Çünkü kâinatın Hâlık’ı buyuruyor ki: “Ben bilinmez bir hazine idim. Bilinmek istedim, kâinatı yarattım.”3 Demek ki, kâinat bize, Allah’ın varlığını bildiren en temel argümandır.
Kâinat varsa, Allah’ın varlığında şüphe etmeye gerek yoktur. Ancak kâinat olmasaydı, Allah bir şey yaratmamış olsaydı, o zaman Allah’ın varlığını anlamak ve anlatmak imkânsız olurdu.
Ama şu bir gerçektir ki, Allah’ın var olması, kâinatın var olmasına bağlı değildir. Fakat kâinatın var olması, Allah’ın var olmasına bağlıdır. Allah var olmasaydı kâinat var olmazdı. Ancak kâinat var olmasaydı Allah yine var olacaktı.
Dolayısıyla, Allah yaratmak zorunda olduğu için değil, sırf kendi -tabir caizse- özgür iradesiyle “dilediği” için kâinatı yarattı.
Bu açıdan İslâm kelamında Allah’a Vacibü’l-Vücut deniyor. Yani varlığı zorunlu olan varlık. Allah’ın dışındaki her şeye -dünya da olsa, ahiret de olsa, âlem-i melekut da olsa, hangi âlem olursa olsun- Mümkinü’l-Vücud denmektedir. Yani varlığı bir başka iradeye -Allah’ın iradesine- bağlı olan varlıklardır.
Sevdirmeye Karşılık Sevmek
Cenab-ı Allah, bu kadar hadsiz nimet çeşitleriyle kendini akıl sahiplerine bildirip sevdirmesine karşılık, elbette akıl sahiplerinden o nimetlere karşı teşekkür isteyecektir. Hakkıdır. Sevdirmesine karşılık sevmelerini isteyecektir.
Kıymettar sanatlarına mukabil sena etmelerini isteyecektir, yüksek emirlerine karşı itaat ve ibadet etmelerini isteyecektir.
Aslında insanlık olarak üzerimizde borç olan ibadet tam da bu manalar için emredilmiştir.
Dipnotlar:
1- Lem’alar, s. 631.
2- Zariyat Suresi: 56.
3- Aclûnî, II, 132