Öğretmenler Günü münasebetiyle emekli olduğum okula dâvet ettiler. Gittim. Tebessüm güzel şey...
Herkes gülüyor.
Okulsuzluğumun bu üçüncü yılı... Beni tanıyan yüzler azalmış; yabancı yüzler gelmiş konmuş. Dostun eskisi eşyanın yenisi ya... İnsan yeni eşya ile tanış olurken eski dostlara daha bi’ sıkı sarılıyor. Hatta insan eskimiş eşyalarından kolay ayrılamazken nerde kaldı ki eski dostlarından ayrıla!
Yok be! Zaman öyle bir savuruyor ki...
Yok, yok; belki de o duruyor; biz savuruyoruz; elimizdeki, gözlerimizdeki zamanları.
Zavallı zaman ne yapsın! Adı Çarşamba mı adı Cuma mı sabah mı gece mi sonbahar mı...
Nasıl bir şey ki bu zaman, üzerine felsefeden, şiire; matematikten fiziğe; sorular, mısralar, formüller yapıştırılır!
Sanki durmuştu bugün burada zaman. Eski zamanlar yeniden okşansın diye çağırdılardı beni. Bu dünkü yüzlerden burada olanlarla “bildik” muhabbetler:
“Aaa hiç değişmemişsiniz!
İyi gördük sizi!
Siz de öylesiniz; bak gençleşmişsiniz!
Kolay değil emekliliğe alışmışken birden tekrar o eski resmî zamanlara bürünmek...
Ne zamandır giymediğim pantolanlara, ceketlere kayıyor gözüm.
Şunu mu giysem, kıravat taksam mı, fular mı sarkıtsam...
Yakasız beyaz gömleğimi tercih ediyorum. Kırmızı kravattan vazgeçtiğimin fotoğrafı bu...
Sırada ceket seçimi var.
Memleketimi bir arkadaşımla Kayseri ziyaretimizde babamın dükkânına uğramıştık da... hemen çıkıyoruz, dedi. Meğer bize üst baş alacakmış.
Arkadaşım Sırrı Bey hık mık etti. İhtiyacım yok, dedi. Teşekkür etti. İkna etmeye çalışıyorum; utanıyor. Babam ısrar ediyor da Sırrı Bey: “Minnet Hüda’ya devlet-i dünya fena bulur;/Baki kalır sahife-i âlemde adımız.” beytini elbise gibi giyindiğinden bu yeni pantolan-ceketi kabul etme taraftarı değil... Değil, ama böyle durumlarda ben de az ısrarcı olmam. Üstelik hayatımda belki de son bir fırsat bu! Babam bana üst baş alacak. Bu, keyfi yerinde demektir.
Dur hele! Bir seferinde yine böyle bir saadet yaşamıştım. Öğretmenliğe yeni başladığımda haydi gidelim, sana bir şeyler alalım, demişti; gitmiştik. Oydu buydu derken elimizde paketler kasaya gelmiştik. Babam demez mi ki: “Ali bunları maaşını aldıkça ay ay ödeyecek. Bu hikâyeyi “CAM” isimli “son edebi” topluluk şiirimde anlattı idim. CAM nedir, diyeceksiniz:
Cemil (Ertonga)
Ali (Hakkoymaz)
Mustafa (Polat) edebî topluluğu...
(Mustafa ahiret yurdunda... Cemil ve fakir (Ali) 2019 Kasım’ı itibariyle bu âlemdeyiz.)
Yıllar sonra böyle benzer (dejavu) bir şeyi yaşıyor olmak bir başka tecelli, teselli olsa gerek... Sonunda Sırrı Bey teslim oldu; eh dedi. Olanların, olacakların şaşkınıydı.
İşte okulun bugünkü dâvetinde o “olaylı” ceketi giyinecekmişim. Ekoseli, açık, koyu ve orta gri arası (babamı hatırlatan) ceket... O ceketle çıktım kürsüye. Babamın duâsı var üstümde.
Kürsüde sonbahardan bahsediyorum. Arkadaşların tebessümleri hoşgeldin olarak gözlerime doluyor. Girer girmez Müdire Hanım’a solmuş çınar yaprağı hediye ediyorum. Kulağına küpe niyetine takıyor. Seviniyor.
Sunucu öğrencinin Adı Eylül.
Eylül ismine takılıyorum. Sana bir isim daha vermek gerekir, diyorum. Kısmet olursa “Ellerini Alıştır Vedaya ve Duâya” isimli çıkması muhtemel bir kitaptan haber veriyorum.
Ellerini alıştır vedaya diyorum, İngilizce Öğretmeni Savaş’a. Ve duâya diye de ilâve ediyorum. O bende yok, diyor. Olmalı, diyorum. Duâ İnsanın isteme hali... İsteyene insan; verene Yüce Varlık denir, diye ekliyorum.
Gülüyor; gülüyorum.
Kitaplar tanıtıyorum. Biri yürümenin insanın kendine yaklaşmasını anlatan, biri İstanbul sevgisi aşılayan, biri de Şiir kitabı...
Gülendam isimli uzun bir şiiri kısaltarak okuyorum. Şiir, ocaklar yıkan bir güzel üzerinden faniliklere bağlanmanın acılarını anlatıyor. Belki de bir ah düşüyor herkesin yüreğine!
Cebime koyduğum çekirdeklerden birisini elime alıyorum. Ölümden korktuğumu söylüyorum. Ölümden korkmayanların azlığından dem vuruyorum.
Çekirdeği ağaç yapan gücün bizi de dirilteceğini hatırlatıyorum.
Belki saatlerce sürecek bir sohbeti bir anda kesiyorum. Böylece aniden gelen ayrılıklara, ölümlere bir hatırlatış olsun istiyorum belki de!
Derken bir sürpriz bekliyormuş beni. Üzerimde babamın aldığı ceket... ve bana bir hediye takdim ediliyor. Bu benim çerçevelenmiş bir fotoğrafım... O fotoğraftaki ceket ile o gün giydiğim ceket aynı ceket: Babamın Sırrı Bey’le bana o gün aldığı ceket...