Gülümsemek... hafiflemesi dudaklarımın...
Ve gözlerimin bahar türküsü...
* Ne kadar hürsek; o kadar insanız.
* Ayrılık, ölüm kokuyor her yanın;
Sen konuları değiştiriyorsun durmadan!
*
HABERLER
Haberleri merak ediyorsun da... en son haber... sensin!
“Nasılsın, ne haldesin?!...”
* Karacaahmet diye çok sakin, sessiz bir dünya var; koşuşturan İstanbul’un ortasında. Arada giderim. Banklara otururum. Bazen böyle terk edin şehri, hırslarınızı da... buralara gelin. Gelin, gelin de yaşadığınızı anlayın!
*
Dünya sırtında sanki; anki sen çeviriyorsun yıldızları!
Yüzünden düşen bin parça...
Keyifsiz bir tek martı gördün mü!
Yaşamayı unuttuğun belli; kirazların güldüğünü görmüyorsun!
*
ÖLÜMLÜLER OKUMASIN
Para mı?!...
Nene lâzım; geçinip gidiyoruz, işte!
Soğan, sarmısak; nane pırasa...
Piyasa çok karışık... faiz, borsa, entrika...
Havadan geçinenler sarmış dört yanı.
Huzurun adını unutmuşlar; unutmuşlar adlarını.
Armut şarkıları söylüyorlar.
Vakti gelince onlar da ölüyor; evler, altınlar bırakıyorlar.
Dünya fani... öleceğiz, öleceğiz!
Ölümden önce son/suz çıkış:
Lâilâhe illallah... Muhammedurresulullah...
* Çok aceleciyiz; bize biraz sabır gerek...
Çok akıllıyız; bize biraz kalp gerek...
*
DÂVETİYE
Bunca işimin arasında... beni “yaşamaya” çağırıyor:
“Mevsimleri seyredelim, çiçekleri sevelim.” diyor.
Yok... kuşların bestesine uzakmışım!
Yok... kendi kendime tuzakmışım!
Nefes almayı da bilmiyormuşum; meğer!
Beni hayata çağırıyor; benimse bir sürü işim var!
Herbiri oyalar da oyalar.
Ben yemek yemeye vakit bulamıyorum; o boyuna sesleniyor:
Yok... “Gökyüzüne, aya, yıldızlara göz kırpsana!”
Yok...”Dalları basan kirazlara baksana!”
Allah aşkına; ne diyor bu adam?!...
* Çalışmak hayata şekil vermektir.
*
Sinema veya Sınama
Yakın... her şey çok yakın... bir güneş gibi... uzak belki çok uzak...
Yıldızlar bir çocuk gibi başucumuzda... bir sevgili gibi göz kırpar.
Ay, aha şurada... dağın hemen ardında...
Kuşlar kanat çırpar; dalgalanır bulutlar, gökler!
Gökleri kanatlarında, alır bana getirir!
Ve ne kadar yakınım (aynalarda) gözlerime!; ve ne kadar uzak...
Rüyalar yastığımda/yattığımda sessiz bir sinema...
Dünya... uyandığımda oynadığım sinema...
Nerdeyim ben?!...
*
Ekmeğin içinde ekmek yok; suyun içinde su...
Nerede gündüzlerin sükûneti; gecelerin uykusu?!...
Zamanlara telâşe yükledik; durma didikledik hayatı.
Düğünmüş bir zamanlar insanların doğum ve vefatı.
Şimdi kaybolan gökyüzü; unutulan nefesler demi...
Ve saatleri cimriliğin de vakit; nelerin vakti?!...
Ne zormuş: Görürken körlük; duyarken s—ağırlık!
Bu kadar hafifken hayat; bu kadar ağırlık!
* Ey yakınımdaki/uzağımdaki ben; ne çok kaçıyorsun kendinden!
*
HAYATI OKUMAK ADINA
Gül gibi açar bir yandan hayat; bir yara gibi kanar.
Bir nota mı kelimeler!
Yollar ne güzel... uzar; bitmez, bitmez, bitmez!
Şiire mi gözlerimiz; çeklerin gülüşü ümit mi!
* Her yere okul yapma; her yeri okul yap!
* Lâf, adama söylenir de... adama da “lâf” söylenmez!
* Değişiyorum her ân... bu kendimle (öteki) kendimi...
* Ben bir geç kalmalar diyarı; ruhu şerha şerha bir seyyah...
Ayarı bozulmuş zamanlar gibi... nlar kurtlar kuşlar perişanlığımı..,
* Ötesinde; ötesinde berisinde; eski—memiş, doğmamış zamanlar...
Açık, berrak... baştan sona ümit...
Geç kaldığımı söylüyor bir meyve dalında.
Hemcan denilen şimdiki zaman; sıkı sıkıya tutuyor ellerimi;
Sineklerini kovalar gibi kovalıyor;
Çürümüş bir zaman kokusu gözlerim!
Bir kapı önündeyim; bu dönüp dönüp
gelmelerden bitap, memnun...
Kulağımda taze zaman sesleri...
Şimdi kalkan bir zamanın ayak izleri...
Bir silgeç gibi siliyor tozu ve yağmuru
Bir tren çığlığı gibi...
Bir hikâye başlangıcı...
* Ah, koltukları kabaranlar; mevki makam boşluğunda,
sarhoşluğunda...
Dikenli koltukların...
“Sen bu yükü nerden aldın, Ömer!”
Tek başına kalınca belki ağladığını duyunca...
Boş koltukların günahı yok; ağzı var dili yok!
Bir sohbete dalmışlar ki sorma; üstüne çıkıp durma;
Sükûttan daha derin sözlerin yoksa!