"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Said Nursi, ‘tek adam’ yönetimine karşıdır

Ali VAPURLU
07 Mayıs 2023, Pazar
Bediüzzaman Hazretleri, devleti ve milleti idare etmek noktasında tek adam yerine, seçimle iş başına gelen bir meclise dayanan hükûmetin gerekliliğini nazara veriyor.

HİLMİ URAN’A YAZILAN MEKTUP - DİZİ: ALİ VAPURLU - 2

Rabian: Madem ölüm öldürülmüyor ve kabir kapısı kapanmıyor. Ve madem siz de herkes gibi kabre koşuyorsunuz. Ve madem o kat’î ölüm ehl-i dalâlet için idam-ı ebedidir, yüz bin hamiyetçilik ve dünyaperestlik ve siyasetçilik onu tebdil edemez. 

Ve madem Kur’ân, o idam-ı ebediyi, ehl-i iman için terhis tezkeresine çevirdiğini güneş gibi ispat eden Risâle-i Nur elinize geçmiş ve yirmi seneden beri hiçbir feylesof, hiçbir dinsiz ona karşı çıkamıyor, bilâkis dikkat eden feylesofları imana getiriyor ve bu on iki sene zarfında dört büyük mahkemeniz ve feylesof ve ulemadan mürekkep ehl-i vukufunuz Risâle-i Nur’u tahsin ve tasdik ve takdir edip, iman hakkındaki hüccetlerine itiraz edememişler. 

Ve bu millet ve vatana hiçbir zararı olmamakla beraber, hücum eden dehşetli cereyanlara karşı sedd-i Zülkarneyn gibi bir sedd-i Kur’ânî olduğuna Türk milletinden, hususan mektep görmüş gençlerden yüz bin şahit gösterebilirim. 

Elbette benim size karşı bu fikrimi tam nazara almak, ehemmiyetli bir vazifenizdir. Siz dünyevî çok diplomatları her zaman dinliyorsunuz; bir parça da âhiret hesabına konuşan, benim gibi kabir kapısında, vatandaşların haline ağlayan bir biçareyi dinlemek lâzımdır.”5

Bediüzzaman Hazretleri vasiyetnâmesi mesabesindeki son dersinde ise Cumhuriyet Halk Partisi idarecilerinin onca yaptığı hatayı, partinin idare kadrolarının yüzde beşine verip, yüzde doksan beşine ise hakkını helal ettiğini ifade etmek suretiyle, onların millet nezdinde “tezyif, itiraz ve zulümlere maruz kalmaktan” kurtulmasına vesile olduğunu da şöylece nazara vermiştir:

“Hem dahildeki cihad-ı mânevî, mânevî tahribâta karşı çalışmaktır ki, maddî değil, mânevî hizmetler lâzımdır. Onun için, ehl-i siyasete karışmadığımız gibi, ehl-i siyaset de bizimle meşgul olmaya hiçbir hakları yok... Meselâ, bir parti bana binler vecihle sıkıntı verdiği halde, hattâ otuz senede hapisler de, tazyikler de olduğu halde, hakkımı helâl ettim. Ve azaplarına mukabil, o biçarelerin yüzde doksan beşini tezyif ve itirazlara, zulümlere mâruz kalmaktan kurtulmaya vesile oldum ki, vela teziru vaziratün vizra uhra (Hiçbir günahkâr başkasının günahıyla mesul olmaz) ayeti hükmünce kabahat ancak yüzde beşe verildi. O aleyhimizdeki partinin şimdi hiçbir cihetle aleyhimizde şekvâya hakları yoktur.”6


Bediüzzaman Hazretleri’nin Hilmi Uran'a yazdığı mektubun Osmanlıca bir nüshası. (Yeni Asya Neşriyat Arşivi)

Günümüzde ise CHP’yi millet nazarında mahkûm eden resmî ideoloji zihniyetinin, parti idaresindeki otoritesinin yavaş yavaş azaldığı bir süreç yaşanmaktadır.

Bu sürecin yaşanmasında gerek dünyada ve gerekse de memleketimizdeki hak, hukuk, adalet ve hürriyetler alanında gelişen ve değişen dünya şartları ile beraber, Bediüzzaman Hazretleri’nin yıllar öncesinde CHP Genel Sekreteri Hilmi Uran’a yazdığı mektuptaki tavsiyelerin CHP idarecileri ile paylaşılmasının da önemli bir tesiri olduğu görülmektedir. 

Bediüzzaman Hazretleri’nin gerek CHP yönetimine hitaben yazdığı mektuptaki tavsiyeleriyle gerekse yapıcı ve müşfik yaklaşımlarının sonucu olarak; partinin özellikle son yıllarda başörtüsü meselesinde ve Ayasofya’nın açılmasında gösterdiği olumlu tavır, geçmişte mağduriyet yaşattığı kesimler ile başlattığı helalleşme süreci, Risâle-i Nur’un devlet tekeline alınma aşamasında bunun iptali için Anayasa Mahkemesine yaptığı iptal başvurusu ile Risâle-i Nur’un devlet tekeline alınmasına mani olması, hak, hukuk ve adalet arayışı adına Ankara’dan İstanbul’a kadar gerçekleştirilen yürüyüş, bir zamanlar bizzat icracısı olduğu Türkçe ezan zulmünü şimdilerde talep eden vekilini artık içinde barındırmaması, bugüne kadar resmî ideolojiyi korumak adına dahi olsa yapılmış bütün darbelere karşı net bir tavır ortaya koyması gibi olumlu adımların hepsi, mezkûr mektubun işaret ettiği noktaya doğru atılan müspet adımlardır.

Bu sebeple, günümüzdeki CHP idarecilerinin, “Cumhuriyeti demokrasiyle taçlandıracağız.” diyerek partinin geçmişteki zihniyetinin aksine olacak şekilde ortaya koyduğu bu gibi olumlu değişimleri ve bu değişimlerin ortaya çıkardığı müspet sonuçları hem CHP hem demokrasi hem millet ve hem de mukaddes değerlerimizin i’lâsı ve ihyası için önemli birer adım ve kazanım olarak görmemiz gerekiyor.

Bütün bunlarla beraber, Nur talebelerinin siyaseten takip ettikleri çizgi Ahrar ve demokrat misyonu takip eden partilerdir. Zaten CHP’de takdir edilen hususlar da partinin Ahrar/demokrat misyonla kesişen siyasî çizgisine dairdir. Zira memleketi resmî ideolojinin istibdad-ı mutlakından kurtararak hürriyet-i şer’iye anlamındaki gerçek manada demokratik cumhuri bir anlayışa kavuşturacak olanlar yine demokrat misyon ve bu misyonun takipçisi olan partiler olacaktır.     

BEDİÜZAMAN HAZRETLERİ’NİN RİYASET-İ ŞAHSİYEYE BAKIŞI

Bediüzzaman Hazretleri 1907 yılı sonlarına doğru geldiği İstanbul’da istibdat ve meşrutiyet tartışmaları en şiddetli haliyle devam ediyordu. Kanâatlerini istibdat rejimine karşı parlamenter sisteme geçişte önemli bir adım olan meşrutiyet ve hürriyeti desteklemek üzere ortaya koyan Bediüzzaman Hazretleri, savunduğu bu fikirleri de Kur’ân ve dört mezhebe dayandırmış ve meşrutiyet rejimi için ifade ettiği hakikatleri 1950’lerden sonra demokrat ve cumhuriyet kelimeleri ile güncelleyerek kırk sene önce durduğu noktadan sapmadığını göstermişti.

Bediüzzaman Hazretleri cumhuriyet rejiminin temel esaslarını adalet, meşveret ve kanunda inhisar-ı kuvvet olarak belirlemektedir. Cumhuriyetin temel esaslarından birisi olarak ifade ettiği meşveret, devletin şahs-ı mânevisi içerisinde meclis yani yasama kuvvetine denk gelir.

Bediüzzaman Hazretleri, devleti ve milleti idare etmek noktasında tek adamyerine, seçimle iş başına gelen bir meclise dayanan hükûmetin gerekliliğini şu şekilde nazara veriyor: “Zaman-ı sabıkta revâbıt-ı içtima ve levazım-ı taayyüş ve fevaid-i medeniyet o kadar tekessür ve teşâub etmediğinden, bazı kalîl adamların fikri devletin idaresine yarı kâfi gibi idi. Amma bu zamanda revâbıt-ı içtima o kadar tekessür etmiş ve levazım-ı taayyüş o derece taaddüd etmiş ve semerat-ı medeniyet o kadar tefennün etmiş ki, ancak yalnız kalb-i millet hükmünde olan Meclis-i Mebusan ve fikr-i ümmet makamında olan meşveret-i şer’î ve seyf ve kuvvet-i medeniyet menzilinde bulunan hürriyet-i efkâr o devleti taşıyabilir ve idare ve terbiye edebilir. Bu hakikate misal, eski hükûmet-i müstebide ve yeni hükûmet-i meşrûtadır.”7

Mezkûr ifadelerden de anlaşıldığı üzere toplum, ticaret, teknoloji…vs. gibi devlet tarafından idare edilmesi gereken sahalar yakın zamana kadar  birkaç kişi  eliyle yönetilebilirdi. Ancak değişen şartlar her bir alanı bir ihtisas sahası haline getirdiği için tek bir kişiye bağlı devlet sistemi ile artık ülkeyi yönetmek mümkün değildir.

O yüzden Bediüzzaman Hazretleri riyaset-i şahsiye olarak nazara verdiği tek bir adamın hâkimiyeti yerine seçimle teşekkül etmiş olan meclisin hâkimiyetini, Kur’ânî bir mefhum olan meşveret hakikatiyle savunmuştur. 

Zira, riyaset-i şahsiye anlamına gelen tek adam sisteminde, ne dini ne de hürriyeti gerçek anlamıyla temin etmek mümkün olmadığı gibi aksine devletin idaresinde tek karar mekanizması haline gelen bir idarecinin,  haricî ve dahilî mihraklar tarafından bazı zaafları kullanılmak suretiyle hem dinî hükümlerden hem de hürriyet ortamından tavizler vermeye açık hale gelebildiğini Bediüzzaman Hazretleri şöylece ortaya koymaktadır:

“Eski padişahların irâdesini, Ermeni rüzgârı ve ecnebi havası veya vehmin vesvesesi esmekle çevirebilirdi. O da, sükûta rüşvet-i mâneviye olarak, birçok ahkâm-ı şeriatı feda ediyordu. Şimdi kapı açıldı; fakat tamamı ileride. Üç yüz ârâ-i mütekâbile ve efkâr-ı mütehâlife hak ve maslahattan başka bir şey ile musâlâha etmez veya sükût etmezler. Hak ve maslahat ise, Şeriat’ta esastır.”8

Bediüzzaman Hazretleri, şahıs eksenli idarelerde kanunların gerçek mahiyetini muhafaza edemediğini, “Meşrutiyetin sırrı; kuvvet kanundadır, şahıs hiçtir. İstibdadın esası kuvvet şahısta olur kanunu kendi keyfine tâbi edebilir, hak kuvvetin mağlubu.”9 diyerek nazara vermektedir. Dolayısıyla bir memlekette kanun, şahısların keyfine tâbi olabiliyorsa orada istibdat hükümferma demektir.

Yine başka bir ifadesinde “Meşrutiyetin zembereği, ruhu, kuvveti, hâkimi, ağası haktır”10; “kuvvet kanunda olmalı yoksa istibdat tevzi olunmuş olur.”11 diyerek meşrutiyetin hak, kanun ve kamuoyu hakikatine dayanması gerektiğini nazara vermiştir.

Meclisin devlet idaresi noktasındaki ehemmiyetini ortaya koyan Bediüzzaman Hazretleri, hükûmetin de tek adamdan ibaret olmak ya da tek adama dayanmak yerine meclisin emrinde iş yapması gerektiğini “Efkâr-ı ammenizin misal-i mücessemi olan mebusan hâkimdir; hükûmet hadim ve hizmetkardır.”12 diyerek ortaya koymuştur çünkü ancak milletin seçtiği hür mebuslardan oluşan bir meclisin emrindeki hükûmet, millet ve memleketin maslahatına uygun iş görebilir.

Aksi takdirde kendisini meclisin üzerinde görerek yasama, yürütme ve yargıyı da inhisarı altına alan riyaset-i şahsiye anlamındaki tek adam zihniyetinin, hukuka ve milletin maslahatına uygun hareket etmesi mümkün değildir.

Bediüzzaman Hazretleri ülkeyi maddî ve mânevî sahada gerilemeye maruz bırakacak, ortak aklı ortadan kaldırmak suretiyle memleketin maslahatına uygun olan istikametten sapmayı sebep olacak olan bu tür tek adam sistemlerine karşı çıkmıştır.

Ancak ne yazık ki ülkemizde 2017 yılında yapılan Cumhurbaşkanlığı referandumu ile benzer bir süreç yaşanmıştır. Seçimin ardından karar mekanizmasının ortak akıldan tek bir kişinin iradesine terk edildiği yeni sistem ile birlikte, efkâr-ı ammenin mâkes bulduğu yer olan meclisin, devlet idaresindeki etkisi gittikçe zayıflarken, kuvvetler ayrılığı prensibinin de sadece sözden ibaret kaldığı, tatbikatta ise ortadan kaldırıldığı bir duruma gelinmiştir. Hâlbuki insan hak ve hürriyetlerinin ön plana çıktığı, ortak akıl anlayışının kıymet kazandığı bir asırda, memlekete hâkim olması gereken riyaset-i şahsiye değil, kamuoyunun tezahürü olan meclis ve ona dayanan riyaset-i hükûmettir.

Zira, Bediüzzaman Hazretleri,“Şimdi meşrutiyettir, hâkim şahs-ı mütehakkim değil belki meşveretin ruhu olan efkâr-ı ammedir.”13 demektedir.

Elhasıl, memleketi bütün sahalarda tek bir şahsın kararına bağımlı hale getiren ve ülkeyi maddî ve mânevî alanlarda geri bırakan tek adam anlayışına karşı Bediüzzaman Hazretleri, “Riyaset-i şahsiyenin katiyyen aleyhindeyim”14  diyerek meclisi keyfine tâbi eden “tek adam” sistemi yerine, kalb-i millet hükmündeki meclisin emrinde olan bir hükûmetin riyasetini kabul etmiştir.

5 A.g.e., s.254, 6 A.g.e., s.579, 7 A.g.e., s.96., 8 A.g.e., s.169., 9 A.g.e., s.168., 10 A.g.e., s.165., 11 A.g.e., s.45., 12 A.g.e., s.170., 13 A.g.e., s.41., 14 A.g.e., s.110.

—Son—

Okunma Sayısı: 4894
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı