"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Ya kavgaya karışacaktık ya da okulu terk edecektik -2-

Atilla YILMAZ
27 Aralık 2016, Salı
Kırkıncı Hoca aramızda

Trabzon Fatih Eğitim Enstitüsü, anarşinin, kavganın, bıçaklanmanın, yaralanmanın ve kanın adresi olmuştu.

Okul sık sık işgal ediliyor, sağ görüşlü öğrenciler içeriye alınmıyordu. Sınıf tahtalarına devrimciler tarafından şu yazılıyordu: “Selametçi arkadaşlar dışında faşistler giremez.’’

Belli bir süre yok yazılırsanız, okuldan atılıyorsunuz. Onun için okula devam etmek zorundasınız. Okula girseniz kan ve kavga var, girmeseniz okuldan atılacaksınız.

Dersanelerde kalıp da Eğitim’de okuyan kardeş sayımız çok az; Sedat Yetiş, İlhan Öztürk, Atilla Yılmaz, sonradan birinci sınıfa gelen Habib Neccar ve Mustafa Yazıcı. Derslerimize katılan ama dersanede kalmayan hariçten iki arkadaşımız daha vardı: Hayati Er ve Enver Dilber. Topu topu hepsi bu kadar.

Sedat’la ben eskiyiz. Sedat gece bölümünde okuyor bense gündüz.

Anarşi ve kaos o derece azıttı ki, sokağa çıkamaz olduk. Yalnız olarak tek başımıza zaten çıkamıyorduk. Çarşı pazarda bir işimiz olsa, üniversitelilerde bizimle çıkmıyordu. Zira biz biliniyorduk. Üniversiteliler derken KTÜ sağ görüşlülerin, Eğitim solun elindeydi.

Ben genelde tekme yerdim, Sedat yumruk yerdi. Ama Sedat kardeş benden daha perişandı. Gündüz kavga olduğunda veya devrimcilerin arasına düştüğünde ya kaçacaksın veya linç edileceksin. Gündüz kaçma şansın vardı. Ama Sedat için bu öyle değildi. O gecede okuyordu. Gecede okuduğu için, işi daha da zordu. Her akşam eli yüzü kan içinde geldiğini hatırlıyorum Sedat’ın.

Uzun iç çamaşırımız olurdu. Ben uzun donun içerisine özel cep dikmiştim. Ucu çok sivri ve uzun da bir bıçak almıştım. Bıçağı donun içine yerleştirir, okula öyle girerdim.

Polis teşkilatı ikiye ayrılmıştı. Pol-Der, Pol-Bir. Birisi sağ görüşlü polis derneği, diğeri sol görüşlü polis derneği. Sağ görüşlü polisler nöbetçiyse, bize sıkıntı yoktu. Sol görüşlü polisler nöbetçiyse zaten okul devrimcilerin kontrolünde demekti. Arkana bile bakmadan dönüp gideceksin, koşar adımlarla.

Sınıfa girince bıçağı çıkarır parkanın cebine koyardım. Elimin birisi, sürekli cebimde olmak zorunda.

Her gün can korkusuyla yaşamanın adıdır 78 kuşağı. Yanınızdan bir taksi geçerken, acaba sıkacaklar mı, endişesini yaşarsınız. Yatarken, acaba camdan içeriye bomba mı atacaklar, endişesiyle uyumaya çalışırsınız.

Uzun süre devam eden bu hal, insanın psikolojisini de alt üst ediyor. Geceleri kâbuslarla uyanıp, fırlıyorsunuz yatağınızdan.

Tüm bu can telaşı ve anarşi ortamında, o kadar tatlı, o kadar güzel iman hizmetleriniz oluyordu ki, tarifi mümkün değil. Dört elle sarılıyorsunuz iman ve Kur’ân hizmetine. Gece gündüz demeden, iman hakikatlerini muhtaç gönüllere ulaştırmanın gayreti ve çabası içerisindesiniz.

Gecenin bir yarısında Araklı’dan, Yomra’dan, Sürmene’den, Rize’den gelirken yolunuz devrimciler tarafından çevrilir. Onlar yollara ‘’Kahrolsun Faşizm’’ yazıları yazarken, siz süzülerek geçip gidersiniz onların arasından.

Günler ve aylar bu minval üzere giderken, ‘bu iş böyle olmayacak’ raddesine geldik, dayandık.

İstanbul Isparta öğrenci yurdunda, bir kardeşimiz zalim kurşunlara hedef olmuş ve hayatını kaybetmişti. Erzurum’da ferdî kavgaların yaşandığı haberleri geliyordu.

Kim bilir belki de anarşiyi ve terörü besleyen gizli eller, Nurcuları da sokağa dökmenin planlarını yapıyorlardı.

Bu hususta özellikle Ülkücüleri kullanmaya çalıştıkları aşikârdı. Sağ-sol çatışması yetmezmiş gibi, sağ yelpazedeki grupları da birbirlerini kırdırmanın hesapları yapılıyordu belki de.

Bizim için iki seçenek vardı: Ya anarşiye bulaşacak sokağa inecektik ya da okullarımızı terk edip memleketlerimize dönecektik. Hatta bir ara Sedat Kardeş, Kâzım Karabekir Eğitim Enstitüsüne geçmeye bile çalışmıştı.

Konuyu ve konumumuzu Yılmaz Er Ağabeye açtığımı daha önce belirtmiştim.

Bir müddet sonra, Zümrüt Apartmanında kalabalık bir ders ortamına katılacaktık. Erzurum’dan Mehmet Kırkıncı (Kırkıncı Hoca) sırf bu iş için geliyordu. Bu kalabalık toplantıdan bir karar bekliyorduk doğrusu. Kırkıncı Hoca ne diyecek, ne anlatacak merak içerisindeydik.

Akşamın erken saatinde salondaki yerimizi aldık ve diz üstü oturmaya başladık. Salon hınca hınç doluydu. Yer sıkışıklığından dolayı tek diz üstüne oturma formatına geçtik.

Kırkıncı Hoca derse başladı. Birisi okuyor, kendisi anlatıyordu. Bu arada salonda, sadece dersane talebeleri ve kendi cemaatimiz yoktu. Sağ yelpazeden ülkücü arkadaşlarda derse iştirak etmişlerdi. Kırkıncı Hoca anlatırken, dersin ortasında müdahaleler oluyor, Hoca’ya sorular yöneltiliyordu. Nur Talebeleri’nin olaylara kayıtsız kaldığı ve bu kayıtsızlığında komünistlerin ekmeğine yağ çalındığı noktasında Hoca’nın görüşleri soruluyordu. Hoca anlatmaya ve okutmaya devam ederken bazen öfkeleniyor, hiddetleniyor bazen sakin sakin ve mülayim anlatıyordu.

‘Sokak kavgalarının Nurcuların kitabında yeri yoktu. Nurcular kendilerine Üstadlarından tevarüs eden “Müsbet Hareket’’le hareket etmek zorundaydılar. Kargaşa ve kaosta iman hizmeti kâmil manada yürütülemezdi. Barış ve huzur ortamları iman hizmeti açısından en mükemmel ortamlardı. Nur Talebeleri asayişin muhafazasına çalışmalıydılar.’

Ama nasıl?

Bu ortamda nasıl hareket etmeliyiz? Kavga üstümüze üstümüze gelirken nasıl müsbet hareket edecektik?

Hoca, Risale’nin başka sahifelerine geçti ve Bediüzzaman Said Nursî’nin gelecekle ilgili cifir ve ebced hesabıyla gelecek günlerle ilgili bölümlerinden tarihler vererek, müjdeli haberler anlatmaya başladı. Bu ilanihaye devam edip gitmeyecekti. Her gecenin bir neharı, her kışın bir baharı vardı.

Sabretmeliydik. Daha çok, daha çok hizmet etmeli ve Nur’un hakikatlerini muhtaçlara ulaştırmalıydık. 

Öyle ya kavgalara girip, anarşiye bulaşıp, masumların canını yakmak da vardı işin ucunda. Ve belki de konuşmak suretiyle bir anarşisti yola getirmek ve hidayetine vesile olmak da vardı işin ucunda.

Kendimden pay biçtim. Devrimcisin diye dövülseydin veya öldürülseydin halin nice olurdu. Oysa konuşmayla, anlatmayla intibaha gelmiştin. Elhamdülillah.

Öyleyse var gücümüzle bu iman hakikatlerini ayrım yapmadan her kesime ve herkese ulaştırmalıydık.

Kavgadan ve anarşiden uzak durarak.

Okunma Sayısı: 2269
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • demokrat

    27.12.2016 14:01:49

    o yıllar...İhtilale yakın yıllar...Nurcuların bölünüp parçalanmaya başlanmasına zemin hazırlanan yıllar...maalesef demokratların biçildiği,siyasal dincilerin yurt dışından bölme projesine yardım için çağrıldığı yıllar...ah o yıllar ah...

  • Roni

    27.12.2016 00:24:38

    Maşallah.. Üstadın müjdelediği 1977 yılında kahraman abilerimiz vesilesiyle bu gün ülkemiz bir çok beladan uzak. Allah razı olsun ve istikamet dairesinde sizin gibi abilerin muvaffakiyetini arttırsın..

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı