Şu güzelim dünyada yaşayan insanın bir hedefi olmalıdır.
Hedefsiz insan, meyvesiz ağaca benzer. Nasıl ki bir ağacın yetiştirilmesi onun meyvesi içindir. Meyvesiz bir ağaç düşünülemezse, gayesiz ve idealsiz bir insan da düşünülemez. İnsanın bu dünyaya gönderilmesinin en büyük gayesi, her şeyi yaratan ve yaşatan Zat-ı Zülcelâl olan Yüce Allah’a iman etmek ve O’nun emir ve yasaklarına boyun eğmektir.
Bu bağlamda Üstad Bediüzzaman, “Kat’iyen bil ki, hilkatin en yüksek gayesi ve fıtratın en yüce neticesi; iman-ı billahtır. Ve insaniyetin en âli mertebesi, beşeriyetin en büyük makamı, iman-ı billah içindeki marifetullahtır. Cin ve insin en parlak saadeti ve en tatlı nimeti, o marifetullah içindeki muhabbetullahtır. Ve ruh-u beşer için en halis sürur ve kalb-i insan için en safi sevinç, o muhabbetullah içindeki lezzet-i ruhaniyedir” der.
Demek oluyor ki, insanın yaratılışının en büyük maksadı, en yüce neticesi Allah’a iman etmek ve bu imanın gereklerini yerine getirmektir. Çünkü iman, insanı insan eder, iman bir nurdur. Hem iman insan için çok güçlü bir kuvvettir. Bütün hakikî mutluluk ve saadet ve şirin nimet ve safi katıksız lezzet elbette Yüce Allah’ı bilmekte ve O’nu sevmektedir.
Yaratıcıyı tanıyan ve seven bir insan, sonsuz saadete, nimetlere, envar ve nurlara mazhar olur. O’nu hakiki olarak tanımayan ve sevmeyen de, nihayetsiz şekâvete, sıkıntılara, elemlere ve evhama manen ve maddeten müptelâ olur.