Üstadımız “Ramazan-ı Şerifte, oruç vasıtasıyla bir nevi perhize alışır, riyazete çalışır ve emir dinlemeyi öğrenir. Bîçare zayıf mideye de, hazımdan evvel yemek yemek üzerine doldurmakla, hastalıkları celbetmez. Ve emir vasıtasıyla helâli terk ettiği cihetle, haramdan çekinmek için akıl ve Şeriattan gelen emri dinlemeye kabiliyet peyda eder; hayat-ı maneviyeyi bozmamaya çalışır...” (Mektubat, s. 476) ifadeleri Ramazan orucunun maddî ve manevî kazanımlarını özetler.
Oruçlu olmadığımız zamanları düşünelim. Acıktığımızda hemen açlığımızı giderecek bir gıda maddesi tüketmeye çalışırız. Susadığımızda hemen su içmeye çalışırız. Çoğu zamanda yememiz ve içmemiz gereken sınırı da aşarız. Oysaki Ramazan orucunda sahur ve iftar arasında ne kadar acıksak veya susasak da harekete geçemeyiz. Otuz gün boyunca bu disiplini göstermemiz meleke haline gelmesi için çok önemli bir adımdır. Zira bu disiplin bize iki öğün yemeği, perhizi ve emir dinlemeyi öğretir.
Hâl böyle olunca sağlıklı bir ay geçirmiş oluruz. Çünkü sindirim tamamlanmadan yeni gıdalar tüketmediğimiz için hastalıkların en önemli sebeplerinden olan “taam taam üstüne yemek” yanlışına düşmemiş oluruz.
Rabbimiz emrettiği için helâl olan bir yudum suya bir lokma ekmeğe bile el süremememiz bizi manen terakki ettirir. Ne güzel bir his değil mi? Helâli sırf Rabbimiz emrettiği için terk eden kul harama elini uzatabilir mi? Bu aşamada tefekkür eden kul elbetteki haram olan yasaklardan çekinmek için akıl ve şeriattan gelen emri memnuniyetle ve tam bir teslimiyetle dinlemekte zorlanmayacaktır. Bu halin otuz gün pratiğini yapan mü’minler Ramazan sonrasında da manevî hayatlarının zarar gelmemesi için azamî gayret göstereceği aşikârdır.
Netice itibariyle Ramazan orucu cesedimize ve ruhumuza dolayısıyla hem dünyamıza ve hem de ahiretimize hadsiz kazanım fırsatları sunuyor. Bu kazanımlar Rabbimizin Hâkim, Râhim, Kerim esmalarını okumamıza vesile oluyor. Rabbim cümlemizi bu ihsanlardan azamî derecede istifade eden kullarından eylesin inşallah!..